Ahmet Hakan, Cübbeli'yle konuştuklarını yazdı
Yayınlanma:
Ahmet Hakan Coşkun, tutuklanmadan önce zaman zaman ağrı polemiklere girdiği Cübbeli Ahmet Hoca'yı kaldığı Metris Cezaevin'de ziyaret etti.
Neler konuştuklarını kaleme alan Coşkun, Cübbeli'nin kendisine "itikat açısından durumun nasıl" diye sorduğunu aktardı. İşte, Coşkun'un Cübbeli Ahmet Hoca izlenimleri...
Ahmet Hakan Coşkun'un köşe yazısı
Cüppeli Ahmet Hoca’yı Metris’te ziyaret ettim
METRİS: Şöyle bir baktım: “Metris’in önü bir uzun alan” değildi. “Metris’in önünde kahveler” de yoktu... Aşinası olduğum “Metris dili ve edebiyatı” inceden zedelendi yani...
MUKAYESE: Silivri Cezaevi’ne girişteki zorlukların derecesi 10 ise Metris Cezaevi’ne girişteki zorlukların derecesi 7’dir... Yine “göz taraması”, yine “üst araması”, yine “kemer çıkarması” falan...
AÇIK GÖRÜŞ: Adalet Bakanlığı’nın izniyle açık görüş yapacağız Cüppeli Ahmet Hoca ile... Geniş, ferah, büyük bir salona aldılar beni... Bekliyorum Hoca gelsin diye...
İŞTE HOCA: Elinde iki adet meyve suyuyla göründü Hoca... Televizyon ekranlarındaki kadar şık değildi... “Hoş geldin muhterem” dedi... Ve karşıma oturdu... “Şeker hastasıyım, bunları hep yanımda bulundurmak zorundayım” dedi ve elindeki iki adet meyve suyunu koydu masanın üstüne...
HOŞBEŞ: “Senin İsmailağa geçmişin var mı?” diye sordu Hoca... “Yeşilcami Kuran Kursu geçmişim var” dedim. Ortak tanıdıklar üzerine konuştuk...
İTİKAT: Sonra beni de şaşırtan bir soru geldi Hoca’dan: “İtikat açısından ne durumdasın?” Cevap verdim: “İtikadımız sağlamdır hoca”. Rahatladı ya da rahatlamış göründü. Şöyle dedi: “İyi o zaman... Her şeyi konuşabiliriz”.
SUNUM: Başladı anlatmaya... Ama ne anlatma! Makineli tüfek gibi konuştu Hoca... “Süre kısıtlı, her şeyi anlatmam lazım” diyerek izah etti bu tutumunu... Bir saat boyunca çerçevesi zekice çizilmiş bir sunum yaptı bana... Hakkındaki suçlamaları önce dini açıdan ele aldı... Ayetlerle, hadislerle, sahabe hayatından örneklerle kendisini haklı çıkardı... Ardından suçlamalara hukuki açıdan yaklaştı: İddiaları boşluğa düşürecek detaylara daldı... Son derece sistematik bir sunumdu bu... Etkilenmedim desem yalan olur.
MORAL: Morali gayet iyiydi Hoca’nın... En önem verdiği isim: Mahmut Efendi... Onun iddialara inanmamasını çok önemsiyor... Cemaat’in de arkasında olduğuna inanıyor... Bir televizyon kanalında vaazlarının yayınlanıyor oluşunu da pek önemsiyor. “İddialara inanılsa o kanal benim konuşmalarımı yayınlayabilir mi?” diye soruyor.
KOŞULLAR: Ziyaretçi akını var Hoca’ya... Kendisini yalnız hissetmiyor. Cezaevi koşullarını ise üzerinde durmaya bile değer bulmuyor.
SORUMLU: Başına gelenlerin sorumlusunu aramak da vazgeçmiş Hoca... Şöyle diyor: “Cemaat biz yapmadık diyor. Hükümet biz yapmadık diyor... Neye inanacağımı ben de şaşırdım”.
İLTİFATLAR: Fırsatını bulur bulmaz şunları söyledim kendisine: “Hangi hatayı yapmış olursanız olun ‘beyaz kadın ticareti’ gibi bir suçlamaya maruz kalmanızı haksızlık olarak görüyorum. Bu yüzden buradayım”. Hoca da şöyle cevap verdi: “Yazılarını hep okuyordum. Gazete köşesinden bana yazdıklarına vaaz kürsüsünden cevaplar verdim. Bunları tatlı atışma olarak gördüm. Şu anda buraya gelmen beni çok mutlu etti”.
ÇIKIŞ: İnfaz koruma memurları uyarıda bulundular: Süre bitti... Musafaha ettik. Helalleştik... Hoca geldiği kapıdan hasta adımlarla gitti... Dışarıda Hoca’nın iki ziyaretçisi daha vardı: Babası Yusuf Ünlü ve “Jet Fadıl” olarak bilinen Fadıl Akgündüz. Onlarla da selamlaştım... Sonra Metris’in gri duvarlarını geride bırakarak uzadım oradan...
Cüppeli Ahmet Hoca’yı Metris’te ziyaret ettim
METRİS: Şöyle bir baktım: “Metris’in önü bir uzun alan” değildi. “Metris’in önünde kahveler” de yoktu... Aşinası olduğum “Metris dili ve edebiyatı” inceden zedelendi yani...
MUKAYESE: Silivri Cezaevi’ne girişteki zorlukların derecesi 10 ise Metris Cezaevi’ne girişteki zorlukların derecesi 7’dir... Yine “göz taraması”, yine “üst araması”, yine “kemer çıkarması” falan...
AÇIK GÖRÜŞ: Adalet Bakanlığı’nın izniyle açık görüş yapacağız Cüppeli Ahmet Hoca ile... Geniş, ferah, büyük bir salona aldılar beni... Bekliyorum Hoca gelsin diye...
İŞTE HOCA: Elinde iki adet meyve suyuyla göründü Hoca... Televizyon ekranlarındaki kadar şık değildi... “Hoş geldin muhterem” dedi... Ve karşıma oturdu... “Şeker hastasıyım, bunları hep yanımda bulundurmak zorundayım” dedi ve elindeki iki adet meyve suyunu koydu masanın üstüne...
HOŞBEŞ: “Senin İsmailağa geçmişin var mı?” diye sordu Hoca... “Yeşilcami Kuran Kursu geçmişim var” dedim. Ortak tanıdıklar üzerine konuştuk...
İTİKAT: Sonra beni de şaşırtan bir soru geldi Hoca’dan: “İtikat açısından ne durumdasın?” Cevap verdim: “İtikadımız sağlamdır hoca”. Rahatladı ya da rahatlamış göründü. Şöyle dedi: “İyi o zaman... Her şeyi konuşabiliriz”.
SUNUM: Başladı anlatmaya... Ama ne anlatma! Makineli tüfek gibi konuştu Hoca... “Süre kısıtlı, her şeyi anlatmam lazım” diyerek izah etti bu tutumunu... Bir saat boyunca çerçevesi zekice çizilmiş bir sunum yaptı bana... Hakkındaki suçlamaları önce dini açıdan ele aldı... Ayetlerle, hadislerle, sahabe hayatından örneklerle kendisini haklı çıkardı... Ardından suçlamalara hukuki açıdan yaklaştı: İddiaları boşluğa düşürecek detaylara daldı... Son derece sistematik bir sunumdu bu... Etkilenmedim desem yalan olur.
MORAL: Morali gayet iyiydi Hoca’nın... En önem verdiği isim: Mahmut Efendi... Onun iddialara inanmamasını çok önemsiyor... Cemaat’in de arkasında olduğuna inanıyor... Bir televizyon kanalında vaazlarının yayınlanıyor oluşunu da pek önemsiyor. “İddialara inanılsa o kanal benim konuşmalarımı yayınlayabilir mi?” diye soruyor.
KOŞULLAR: Ziyaretçi akını var Hoca’ya... Kendisini yalnız hissetmiyor. Cezaevi koşullarını ise üzerinde durmaya bile değer bulmuyor.
SORUMLU: Başına gelenlerin sorumlusunu aramak da vazgeçmiş Hoca... Şöyle diyor: “Cemaat biz yapmadık diyor. Hükümet biz yapmadık diyor... Neye inanacağımı ben de şaşırdım”.
İLTİFATLAR: Fırsatını bulur bulmaz şunları söyledim kendisine: “Hangi hatayı yapmış olursanız olun ‘beyaz kadın ticareti’ gibi bir suçlamaya maruz kalmanızı haksızlık olarak görüyorum. Bu yüzden buradayım”. Hoca da şöyle cevap verdi: “Yazılarını hep okuyordum. Gazete köşesinden bana yazdıklarına vaaz kürsüsünden cevaplar verdim. Bunları tatlı atışma olarak gördüm. Şu anda buraya gelmen beni çok mutlu etti”.
ÇIKIŞ: İnfaz koruma memurları uyarıda bulundular: Süre bitti... Musafaha ettik. Helalleştik... Hoca geldiği kapıdan hasta adımlarla gitti... Dışarıda Hoca’nın iki ziyaretçisi daha vardı: Babası Yusuf Ünlü ve “Jet Fadıl” olarak bilinen Fadıl Akgündüz. Onlarla da selamlaştım... Sonra Metris’in gri duvarlarını geride bırakarak uzadım oradan...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.