Çocuğu Olanlara, Olacaklara
Halasının dişleri için birkaç seans gelmişlerdi. Bu arada ben Selma’da bir gariplikler olduğunu fark etmiş ve bu seferki gelişlerinde Selma bekleme salonunda otururken halasına; “Selma hakkında bana bilgi verebilir misiniz” dedim. Onu psikolojik olarak susmaya iten nedeni öğrenmek istiyordum. Halası anlatmaya başladı.
Olaylar beş yaşındayken başlamıştı. Selma, beş kardeşi, anne ve babasıyla kendi halinde normal bir hayat sürerken, bir gün annesi hastalanıyor. Kendisinden büyük iki abla, bir ağabey ve kendisinden küçük iki kardeş daha var. Küçük kardeşin yeni doğduğu dönemde anne ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşıyor. Yoğun uğraşılara rağmen iyileşmiyor. Hastane ortamından evine gidip son günlerini evinde huzur içinde yaşasın diye doktorlar tarafından eve gönderiliyor. Birkaç ay evde babaanne, hala ve benzeri yakın akrabaların yardımı ile yaşıyor.
Daha fazla gitmiyor ve hayata gözlerini kapatıyor. Anneye en fazla ihtiyaç duyulan dönemde anne, Selma'nın hayatından çıkıp gidiyor.
Aradan 1,5 yıl geçiyor. Kendi hallerinde bir şekilde yaşamaya alışıyorlar. Büyük kızlar evde yemek yapıp, en küçük çocuklara annelik yaparken, Selma babasıyla birlikte dükkânda çalışıyor. Dükkânları evin hemen alt katında olduğu için baba endişe duymadan iş hayatına devam ediyor. Çocuklarını kimseye muhtaç etmeden yük etmeden idare ediyor.
Bir gün ablalar ve ağabey, kardeşlerini alarak yakın akrabalarına gidiyorlar. Selma babasının yanından ayrılmıyor. Çok ısrar ediyorlar ama istemediği için gitmiyor. Babası da gitmemesine ses çıkarmıyor. Öğleden sonra baba kız dükkanı temizlemeye başlıyorlar. Selma babasının istediği gibi her yeri bir güzel temizleyip süpürüyor. Daha sonra radyoyu açıyor. Müzik dinlemeye başlıyor. Ancak dışarıdan gelen sesler nedeniyle müziği duyamadığı için, sesini iyice açıyor. Babası da başının ağrıdığını söyleyerek müziğin sesini kısmasını istiyor.
Selma, babasının söylediğini duymamış gibi yapıyor. Hani çocuklar sıklıkla yaparlar ya.. Bir süre sonra babası, başının çok ağrıdığını söylüyor. Yüzü asılıyor. Selma, gidip gelip babayı kontrol ediyor baş ağrısı geçti mi diye.
Babası baş ağrısına dayanamayarak eve ilaç almaya çıkıyor. Sıcaktan bunaldığını, kendini kötü hissettiğini söylüyor. Dükkâna dikkat etmesini hemen bir ağrı kesici alıp geleceğini de ekliyor. Eve çıkıyor. Aradan epey zaman geçmesine rağmen baba yok. Bekliyor baba yok. Merak edip yukarıya babasına bakmaya çıkıyor. Eve giriyor. Babasına sesleniyor. Cevap yok. Tam oturma odasına giriyor ki babası o anda Selma’nın gözleri önünde kalp krizi geçirmeye başlıyor. Selma babasının çırpınmalarına, yerde tırmalamasına...vs. şahit oluyor. Babası son nefesini verip yerde cansız yatarken, uyandırmaya çalışıyor. Babası uyanmıyor... Camdan aşağı doğru bağırmaya başlıyor: "İmdat.. Babama bir şey oldu... Yardım edin!.." kısa süre içinde ev mahalle halkıyla doluyor...
Cenaze işlemleri bitince 1,5 yıl önce anneleri ölen bu altı kardeşin ne olacağı tartışması başlıyor.. kimi "yanımıza alalım", kimi "yuvaya verelim", kimi de "hepsine birden nasıl bakacağız" diyor. En sonunda akrabalar aralarında anlaşıyorlar. "Her birimiz birisini alalım. Böylece çocuklar yurtlarda perişan olmaz, arada sırada da olsa birbirlerini görürler." Diye düşünüyorlar. Selma' yı çok sevdiği halası alıyor. İki yıldır Selma yanlarında ve hiç konuşmuyor.
Duyduklarım beni çok etkilemişti. Ben bir dişhekimi’ydim ama tecrübelerime dayanarak yapabileceğim çok şey var diyordum. Çünkü, daha önce buna benzer bir sürü insanın sıkıntılarını dinlemiş ve belli bir tecrübe edinmiştim. Mutlaka bir şeyler yapabilirim diye düşünmeden edemiyordum. Hikayesinden çok etkilendiğim bu kızı merakla bekliyordum.
Halası, olan biteni tek tek anlattı. "Gelinimiz ve ağabeyimin ölümünden sonra ben de onu bir türlü mutlu edemedim. İki yıldır yüzü hiç gülmüyor. Kendiliğinden hiçbir şey yapmıyor. Sadece konuşmasa neyse ama, sanki kurulmuş bir robot gibi. Örneğin, sofraya oturup yemek yiyeceğiz "Hadi Selma sofraya otur!" diyoruz oturuyor. “Hadi Selma artık kalkabilirsin” demeden kalkmıyor. Önceleri aldırmadık. Baktık olmadı karşımıza aldık uzun uzun konuştuk anlattık. Ona evimizin bir kızı olduğunu, evdeki herkes kadar her şeye hakkı olduğunu... hiç birisi fayda etmedi. Zamanla öfkelenip inadını kırmak için bazı taktikler uygulamaya başladık. Sofra hazır olunca gel otur demedik, aç kaldığı günler oldu. Ya da artık kalkabilirsin demedik saatlerce sofrada oturdu. Hadi artık uyu demedik, sabaha kadar koltukta öyle oturdu. Vicdanın yoksa söyleme..."
Onunla konuştuğum ilk seans dün gibi aklımda. Hal hareketleri dinlemiyormuş gibi ama tüm alıcılarını bana çevirdiğini hissettiğim tavırları.
- Biliyor musun ben senin bu halini çok sevdim?
- ......
- Vallahi çok ciddiyim, çok sevdim.
- .....
- Ne güzel hiç konuşmuyorsun, diğer çocuklar gibi kafamı şişirmiyorsun ..
Gözlerimin içine bakıp gülümsemesini saklamak ister gibi dudaklarını ısırarak başını salladı.
- Biliyor musun bazen çocukların hayatlarında bazı şeyler yolunda gitmiyor, bense bunları yoluna koymak için onlara yardım etmeyi çok severim.. Beni dinlediğini biliyorum ..
Hatta benimle konuştuğunu bile hissediyorum. Çocuklar benden yardım istediklerinde, ben de onlara yardım ederim. Ben bunu hep yapmaya çalışıyorum zaten, görürsün sen de çok sevineceksin.
- .......
- Ama şu an işler değişti. Sana yardım etmeyi ben istiyorum. Eğer bana yardım edersen, izin verirsen seni susturan şeyin ne olduğunu bulurum. Gerçekten... inan bana...izin verir misin? Başını salladı! Evet başını salladı!
- Elimde bazı resimler var, o resimleri çocuklara gösteriyorum onlar da bana resimlerle ilgili hikayeler anlatıyorlar. Onlar bana hikaye anlatınca ben de onların mutlu olmasını sağlıyorum. Yani bütün sır hikayede. Biliyorum sen konuşmuyorsun. Ama hikaye anlatmak istersen, konuştuğunu kimseye söylemem. Bu ikimizin sırrı olur. Anlaştık mı?
Bir süre düşündü. Başını sağa sola salladı. Evetle hayır arasında gidip geliyordu. Birden evet anlamına gelecek şekilde başını salladı.
Karşımdaydı; ben ona resimler gösteriyordum o da bana hikayeler anlatıyordu. İşimiz bittiğinde ona çok teşekkür ettim.
Anlattıklarını analiz etmeye bile gerek yoktu. O kadar saf, o kadar temiz, o kadar kendi hikayesini anlatmıştı ki... Selma’nın bilinçaltı karmakarışıktı.
İşte Selma'nın analizden geçmesine bile gerek bırakmayan, halasını dinlerken gözyaşlarına boğan, beni analiz yaparken hıçkırıklara boğan hikayesi...
"Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar bir ülke varmış. Bu ülkede anne babasıyla yaşayan çok mutlu çocuklar varmış. Çocuklar kardeş kardeş hep oynarlarmış, anne babaları onlara hiç kızmazlarmış. Bir gün bu çocukların annesi hastalanmış. Çocuklar çok üzülmüş. Ama kimse çocukların üzüldüğünü anlamamış. Anneyi hep hastaneye götürmüşler. İlaçlar vermişler. hem de acı acı ilaçlar. Anne, sırf çocuklarını yalnız bırakmamak için içmiş bütün o acı ilaçları. Çocuklara hep annelerinin iyileşeceği söylenmiş. Bir gün anneyi eve getirmişler.
Çocuklar anne geldi diye çok mutlu olmuşlar. Anne hep yatakta yatmaya başlamış. Artık çocuklarına yemekler yapmıyormuş. Çocuklar çok üzülmüşler. Annelerinin yanında oyunlar oynamaya başlamışlar. Annelerinin yanında niye oynuyorlarmış biliyor musun? Anneleri eğlensin diye. Ama babaanneleri hep kızıyormuş onlara. "Gürültü yapıp durmayın. Anneniz zaten sizin yüzünüzden hastalandı" diye. Çocuklar çok yaramazlık yaptı diye anne hastalanmış meğer. Çocuklar da anne iyileşsin diye onu eğlendirmek istiyorlarmış ama kimse anlamıyormuş. herkes çocuklarını azarlayınca anneleri de çok üzülüyormuş..
Bir gün anne ölmüş. Herkes ağlamış. Çocuklar annenin neden öldüğünü anlamış. Yaramazlık yaptılar diye. Çocuklar evde babalarıyla yaşamaya başlamışlar. Bir gün anane gelip yemek yaparken, çocuklar gürültü yapmışlar. Anneanne onlara kızmış "kızım sizin yüzünüzden hasta oldu. Hiç annenizin sözünü dinlemediniz hasta ettiniz kızımı. Sizin yüzünüzden de öldü. Sözümü dinlemeyip gürültü yapar, çok konuşursanız beni de öldürüp ortada kalacaksınız. Kim bakacak size?" demiş.
Bir gün Selma, babasıyla dükkanda oturuyormuş. Ablaları kardeşleri amcalarına gitmişler. Selma babasının yanından ayrılmak istememiş. Hiç gürültü yapmadan hep babasına yardım ediyormuş. Anneleri çocuklar evde yokken hastalanmış ya. Babası yalnız kalır hastalanır diye yalnız bırakmak istemiyormuş. Babaları çocuklarını hiç kızmıyormuş zaten. Gürültü yaptıklarında bile.. Selma dükkanda babasına yardım etmiş, her yeri mis gibi yapmış.
Elleri de acımış biraz. Radyoyu açmış. Babasının başı ağrımış. "Kızım kapat şunun sesini" demiş. Selma duymuş ama duymazlıktan gelmiş. En sevdiği müzikler varmış. Babası biraz sonra eve gitmiş. İlaç alıp gelecekmiş. Gitmiş gelmemiş. Selma’nın aklına hemen anneannesiyle babaannesinin söyledikleri gelmiş. Annesi zaten çocukların yaramazlığı yüzünden ölmüştü ya. Selma çok korkmuş eve çıkmış. Babasını aramış. Odaya girince bi bakmış, babası bi şeyler yapıyor. Selma çok korkmuş. Babası Selma’ya "git" der gibi işaretler yapmış. Selma gitmemiş. Babası yerde uyumaya başlayınca uyandırmaya çalışmış. Uyandıramayınca ağlamaya başlayıp komşuları çağırmış.
Sonra ev kalabalık olmuş. Selma kimseye söyleyememiş ama çok üzülmüş.. Babası "git" dediği halde gitmemiş. Yine babasının sözünü dinlememiş. Eğer gitseydi, müziğin sesini açıp babasının başını ağrıtmasaydı babası ölmeyecekti. Selma'nın yüzünden öldü. Akrabalar çocukları paylaşmışlar. Selma ablalarından ayrılmak istememiş. Küçük kardeşini de çok seviyormuş. Halası yanına gelip "kızım sen artık benim kızımsın bizimle yaşayacaksın" demiş. Selma çok mutlu olmuş. Öyle mutlu olmuş ki, halasını çok seviyormuş, istediği zaman kardeşlerime götürürler, diye düşünmüş..
Halasının evine gidince "artık bunlar benim yeni anne babam" demiş kendi kendine. Ama birden korkmaya başlamış. "Annemle babamı ben öldürdüm. Yaramazlık yaptım sözlerini dinlemedim. Yeni annemi babamı çok seviyorum. Ya onlara da bir şey olursa ben ne yaparım.?" Sonra aklına bir şey gelmiş. Gece yatmadan önce yatağının başucuna oturup dua etmeye başlamış.
"Allahım .. ben çok yaramaz bir kızım. Annem babam benim yüzümden öldü. Halamlar çok iyi insanlar. Ne olur benim yüzümden onları da yanına alma. Eğer onları da alırsan ben kimin yanında kalırım? Ne olur Allah’ım bana yardım et. Hiç konuşmamam için bana yardım et. Ne zaman gürültü yapıp söz dinlemesem annem babam ölüyor. Hep susmam için bana yardım et Allah’ım. Ne söylerlerse yapacağım, onlar söylemeden hiç bişey yapmayacağım... ne olur onları benden alma!.."
O günden sonra Selma hiç konuşmamış. Gülmemiş. "Eğer gülersem evde gürültü olur, başları ağrıyıp ölürler" diye korkmuş. Hep susmuş..
Hikayesi bitince Selma gözlerimin içine baktı ve ekledi;
"Biliyor musun? Hala her gece dua ediyorum. Allah’ım n’olur konuşmayayım, konuşmamam için bana yardım et! Diye. Bazen çok mutlu oluyorum. O zaman çok korkuyorum, sevinçten çığlık atarım da gürültü olur, annem ölür diye" O küçük bedeniyle ne kadar büyük bir görev üstlenmişti.
Kaçımız en konuşkan, en geveze çağımızda kendimizi susturmayı başarabiliriz ki? Kaçımız bir dondurma alındığında bile sevinç çığlıkları atabilecekken, bu yoğun duyguyu bastırıp susmaya devam edebiliriz ki? Kaçımız? Bu kadar sevilmek... bu kadar değer verilmek... Yapmayın ne olur... Çocuklarınızın küçücük omuzlarına, AĞIR yükler yüklemeyin. Onların akılları da BÜYÜK, yürekleri de KOCAMAN...
Ne olur başınız da ağrısa, bir bardak da kırılsa, eşinizle de kavga etseniz; “Senin yüzünden” demeyiniz... Zaten aslında hiç biri çocuğunuz yüzünden değildir. Aslında hiç bir şey, hiç bir zaman, bir başkası yüzünden değildir, kendimizden başkası değildir, bir durumu istemediğimiz bir sonuca doğru yönlendiren. Ama bunu bilmektense, itiraf etmektense, bir başkasını suçlamak hep daha kolay gelir.
"Senin yüzünden!" demeyin çocuklarınıza...
Hele hiç bir zaman "Senin sayende" demiyorsanız, "senin yüzünden" de demeyin hiç bir zaman ne olur.
Abdülkerim Karaağaç
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.