ÇOCUKLARDA KİŞİLİK VE KARAKTER EĞİTİMİNDE DİZİLERİN ROLÜ

ÇOCUKLARDA KİŞİLİK VE KARAKTER EĞİTİMİNDE DİZİLERİN ROLÜ
İnsan dünyaya geldiğinde henüz bir kişiliği ve karakteri yoktur.

Minik bir bebeğin masum bedeninin ve ruhunun ileride nasıl bir kişiliğe bürüneceğini de hiç kimse bilemez. Anne babalar için çok uzun gibi gelse de, aslında çok kısa süren erken çocukluk ve ikinci çocukluk dönemlerinde çocuklar kendi kişiliklerinin ilk temel taşlarını oturturlar. Erken çocukluk dönemi dediğimiz dönem, bir binanın temeli gibidir. İlk dört yaşa denk gelen erken çocukluk döneminde, o binanın oluşumu için hangi malzeme kullanılmışsa, çocuğun gelecek yaşamının neredeyse tamamı o temelin üzerine inşa edilecektir. Çocuk daha sonra ikinci çocukluk döneminde, erken çocukluk döneminde atılmış olan bu temelin üzerine kişiliğini yavaş yavaş inşa eder. Yedi yaşına kadar geçen sürede çocuk artık kendi kişiliğinin ve karakterinin gövdesinin ana hatlarını tamamlamıştır. Bundan sonra ise ana hatları ile belirlenmiş olan kişiliğin ince detayları şekillenmeye başlayacaktır.

Bu açıdan baktığımızda, çocuk terbiyesini önemseyen anne babaların çocuklarının ilk yedi yaş döneminde dikkatli olmaları ve çocuklarının ruhunun nasıl şekillendiğini izlemeleri gerekir. Çocuk ruhunun şekillenmesinde bu dönem çok özel olsa da pratik yaşama baktığımızda anne babaların çocuklarını en çok ihmal ettikleri dönemin de yine bu dönem olduğunu görmekteyiz. Zira çocuk bu dönemde kişiliğinin nasıl şekillendiğini etraftan gizler. Sanki bu dönemde çocuğun oyun oynamaktan ve anne babayı rahatsız etmekten başka bir işi yokmuş gibi gelir yetişkinin dünyasına...

Halbuki, sokaklarda koşan, koltuklar üzerinde taklalar atan, yerlerde yatıp anne babayı bunaltırcasına ağlayan veya kardeşiyle yeni kavgalar için bahane arayan o çocuğun ruhu, yaşadığı bu problemler karşısında anne babasının üreteceği çözümlerle şekillenecektir. Bir başka deyişle çocuk, kendi ruhundaki buyurucu iç kılavuzun tesiriyle problemler çıkartır ve bu problemler karşısında yetişkinlerin ürettiği çözümlerle de kişiliğini ve karakterini şekillendirir. Bizim karşımızda nefes nefese duran ve heyecanla bir şeyler anlatmaya çalışan, kardeşini şikâyet etmekten neredeyse bizi dinleyemez hale gelmiş olan çocuğun ruhî hafızası anne babasını büyük bir titizlikle izlemekte; onun gözlerine, kaşlarına, dudaklarının kıpırdayışına ve sükûnet içinde kendisine muamele edişine odaklanmaktadır. Anne babalar o sırada çocuğun dış görünüşüne aldanıp, bir kaypak zeminde bulunduğunu farketmeden “rastgele” bir tavırla bu özel dakikaları geçiştirirse, işte çocuk da karşılaşacağı meselelere bu kadar kayıtsız ve kişilik gelişiminde yetersiz kalacaktır.

Günümüz çocuklarının en temel problemi kişilik ve karakter eğitimlerini yeterince alamamalarıdır. Zira çocukların, güncel yaşamda karşılaştıkları problemleri anne babalarına sunmak için yeterli zamandan yoksundurlar. Çocuk anne babasına karşılaştığı problemleri uzun uzun anlatmak yerine, televizyon karşısında neşeli vakit geçirmeyi daha cazip bulmaktadır. Birçok anne baba, çocuklarının kendileriyle yeterince iletişim kurmadıklarından, iç dünyalarını yeterince açmadıklarından dert yanarlar. Aslında çocuğun kendini yavaş yavaş anne babaya kapatması bir “benlik koruma” yöntemidir. Zira çocuk kendi dünyasını açmaya çalıştığı anne babasından kendisine yönelik bir empati kurulmadığını hissetmeye başladığında, yavaş yavaş anne babasına kendi duygu dünyasını açmaktan vazgeçer. Bir başka deyişle, çocuk kendisini hissedemeyen ebeveynini artık kendi dünyasının içinden çıkartmaya ve orada yeni bir dünya oluşturmaya başlar. Tecrübeler göstermektedir ki, günümüz çocuklarının anne babalarına alternatif olarak oluşturdukları bu yeni dünya “sanal yaşam” içerikli olmaktadır. Çocuk ya kendisini dinleyecek kadar vakti olmayan anne babaya karşı yılmak bilmeyen bir "varlığını kanıtlama" savaşı verecek ya da anne babasının kendisini yok kabul etmesini kendisi de kabul ederek, kendine yeni bir yaşam alanı oluşturacaktır. İşte bu yaşam alanı günümüzde genellikle televizyon dizileri veya internet dünyası olmaktadır.

Aslında çocuğun kendisini böylesine televizyona kaptırmış olması bir bakıma anne babaların da hoşuna gitmektedir. Zira çocuk kendisini televizyona kaptırmış olmakla, yaramazlıklarını sanki azaltmış görünmekte, gerektiği zaman televizyonun ortadan kaldırılması tehditleriyle daha kolay davranış eğitimine sokulmakta, hatta bir vicdan bahanesi olarak anne babalar çocuklarının televizyonun güzel dizilerinden ve filmlerinden iyi ve doğruyu öğrendiklerini, televizyonun eğitime katkıda bulunduğunu söylemektedirler.

Bir çocuğun kişilik eğitimini bizzat anne babasından alması gerekir. Çocuk, karşılaştığı bir problemin ailede nasıl çözüldüğünü görerek eğitimini alır. Babasının olaylar karşısında nasıl da şaşmaz bir direnç ile onurlu yaşadığını görerek karakterini güçlendirir. Annesinin kendisiyle olan sıcak temasını ruhuyla hissederek sevebilme yeteneğini geliştirir. Eğer eğitim aile içinde yaşayarak gerçekleşmiyorsa maalesef böylesi çocuklarda bir süre sonra kişilikten kaynaklanan zafiyetler anne babanın karşısına problem olarak çıkmaktadır. Bir süre sonra çocuklar kendi örf, âdet, gelenek, din ve kültürel değerlerini televizyonda gördükleri değerlerle kıyaslamaya, kendi ailelerini beğenmemeye, onları hor görmeye ve dışlamaya doğru bir sürecin içine girmektedirler.

Birçok anne baba, ailece geçirilecek olan birkaç saatlik zaman diliminde birbirleriyle iletişim kurmak yerine, birbirlerini devreden çıkartıp televizyonla “monolog” bir iletişimi tercih etmektedirler.

Özetle denilebilir ki, çocukların bir emici sünger gibi kişilik ve karakter eğitimini aldıkları ilk yedi yaş döneminde, dizilerde gördükleri kişileri taklit yolu ile kendilerine bir “idol” olarak kabul etmeleri, dizilerde gördükleri oyuncu kahramanları gerçek yaşam kişiliklerine çevirmeleri çocuk masumiyetinin içerisinde oldukça kolaydır. Bir anne babanın, gelecek on yıllarda çocuklarıyla yaşayacağı bütün davranış kalıplarının temelini oluşturan bu evrede, dizilerdeki davranış kalıplarını değil, kendi aile kültürünü kopyalaması için “gerçek” yaşamı çocuklarına yaşatmaları gerekmektedir.

Buraya kadar anlattığımız şeyler, duyarlı anne babaların bir yanılgı sonucu çocuklarını “iyi dizi”lere emanet etmelerinin çocuk üzerindeki davranış bozukluklarına dikkat çekmek içindi. Ancak bir de, bilinçsizce çocuklarına rastgele televizyon dizileri sunan aileler var ki, böylesi ailelerin yaşayacakları dramın bir süre sonra herkese ibret olacak nitelikler taşıyacağı tecrübeleriyle sabittir. İlgisizliği bir alışkanlık haline getirmiş aileler yüzünden televizyondaki çeşitli kişilik bozukluklarını veya ahlâk dışı davranışları normal yaşam standardı olarak öğrenen çocuklar ve bu çocukların zarar verdiği sosyal yaşam, günümüz toplumları için en büyük tehlikeyi oluşturmaktadır.

Diziler sadece çocuk ruhunu anormalleştirip aileden kopuk olarak gelişimini aksatmaz, aynı zamanda, yukarıda da ifade edildiği gibi, aile fertlerinin birkaç saatliğine bir araya geldikleri ortak yaşam saatlerinde geliştirilecek olan duyguların da zedelenmesine sebep olur. Bunların en başında da aidiyet duygusu gelmektedir. Küçük kardeşin karakter ve kişilik kopyalaması farklı bir dizi kaynaklı iken, büyük kardeş bir başka dizideki yaşam tarzına göre kendi kişiliğini oluşturduğu için ortak bir norm belirlenmesi hemen hemen imkânsız bir hale bürünmektedir. Böylesi bir durum ise, aile içinde ortak davranış kodlarının, ortak bir aile dilinin gelişmesine engel olduğu gibi, aile içindeki bireylerin birbirlerinin davranış dillerini anlamalarına da büyük bir engel olmaktadır. Zira aile birlikteliğinde en önemli faktör ortak bir davranış dili kullanılıyor olmasıdır.

O halde, bir ailenin idaresinden sorumlu olan anne baba, çocuk yetiştirirken her sahada olduğu gibi, evlerinde çocuklarının karakter ve kişiliklerinin şekillenmesinde büyük bir etkisi olan televizyon ve dizilere karşı bir baykuş gibi dikkatli olmalıdır. Seçecekleri diziler ortak yaşam saatlerini sekteye uğratmayacak şekilde sınırlandırılmış olmalı, o ailenin davranış kodlarına aykırı olmamalı, aile bireyleri aileleriyle geçirdikleri zamanın en güzel diziden bile daha eğlenceli olduğunu hissetmelidir.


Adem Güneş
Uzman Pedagog Öğretim Görevlisi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.