İhlas Finans Nasıl Battı(rıldı)?
Birazdan okuyacağınız şeyleri pek çoğunuz ilk kez işiteceksiniz. Hatta, Enver Abi'nin en yakınında olanlar bile ilk kez öğrenecek.
Öncelikle şunu belirtmek isterim:
Ben 2002 yılında TGRT'den yani, İhlas Grubu'ndan tamamen ayrıldım. O zamandan beri de İhlas ile maddi anlamda hiçbir bağım kalmadığı gibi bir alışverişim de olmadı.
Ancak, 25 yıl ekmeğini yediğim Enver Ören'e, bizim tabirimizle Enver Abi'ye hiçbir zaman kopmayacak çelikten bir gönül bağım var.
Bugün bildiğim her şeyi bana öğreten bu güzel insana, aşk derecesinde bağlıyım.
Dolayısıyla burada yazdıklarımın İhlas ile bir ilgisi yoktur. Duyduğum aşkla ilgilidir.
Sonuçta bu ifadeler sadece beni bağlar.
Gelelim İhlas Finans olayına!..
İş başındaki REFAH YOL hükümeti, Demirel önderliğindeki 28 Şubat cuntası tarafından görevden uzaklaştırıldı.
29 Mayıs 1999 tarihinde zorlama yöntemlerle ANASOL-M hükümeti kuruldu. O tarihte kurulan 57. Hükümet'te Bülent Ecevit'in başında olduğu DSP, Mesut Yılmaz'ın başında olduğu ANAP ve Devlet Bahçeli'nin MHP'si bulunuyordu.
İşte o yıllardı...
Yanlış hatırlamıyorsam 2000 yılının sonlarıydı.
Bir gün Enver Abi'yi aradım.
Son derece canı sıkkın ve morali bozuktu.
“Efendim, sesiniz biraz keyifsiz geliyor. Canınızı sıkan bir şey mi var?” dedim.
Sanki bu sorumu bekliyormuş gibi adeta patladı:
“Metin, iki yıla yaklaştı devletten alacağımızı alamıyoruz. Bizim devletle bir işimiz olmadı. Sürekli yatırım yapıyoruz ve bu yatırımlar nedeniyle yasal olarak teşvik haklarımız var. Bunları ödemiyorlar. Ödemedikleri gibi bize bir gerekçe de göstermiyorlar. Diğer bütün şirketlere ödeme yapılıyor. Sadece bize yapılmıyor. İhlas'tan 29 bin kişi ekmek yiyor. Bir sürü yatırım yaptık. Hakkımız ödenmezse bu çarkı nasıl döndüreceğiz?”
Ben de; “Efendim, kaç lira alacağımız birikti?” diye sordum.
Enver Abi; “Arkadaşlar hesaplamışlar 50 trilyon lirayı aştı. Tabi enflasyonu düşündüğünde bu para, ödenmeyen her gün hızla eriyor.” dedi.
Rakamı duyunca adeta şok oldum.
2000 yılının 50 trilyonu!..
“Efendim” dedim.”Müsaade ederseniz ben bu konuyu Sayın Başbakan'a götüreyim mi?” diye sordum.
Enver Abi, “Bu çok hayırlı bir iş olur. Allah hayırlı iş yapanları çok sever. Bu meseleyi çözersen hem hayır hem de çok büyük dua alırsın” dedi.
O cümle üzerine kollarımı sıvadım.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'ten randevu almak için Özel Kalem Müdürü Zeynel Yeşilay'ı aradım :
-Zeynel Bey, önemli bir konu var. Sayın Başbakan ile görüşmem gerekiyor.
İki saat sonra Zeynel Bey dönüş yaptı:
-Sayın Başbakan yarın saat 14.00'da sizi bekliyor.
Ertesi gün Başbakanlık Özel kalemine gittim. Randevu saatine birkaç dakika kala Başbakan Ecevit bir jest yaparak odasından çıktı ve benim elimden tutup içeri götürdü.
Her zamanki nezaketi ve zarafetiyle hal hatır sorduktan sonra; ”Metin Bey, sizin için ne yapabilirim?” dedi.
Ben de kendisine; “Sayın Başbakan'ım, bugüne kadar size sadece haber ve TV programım için geldim. İlk kez sizden çalıştığım grup için bir şey isteyeceğim. Tatsız bir durum ile karşı karşıyayız. Devletten alacağımız var. Yaklaşık iki yıldır bu ödenmiyor ve bunun nedenini öğrenmek istiyorum” dedim.
Ecevit beni dinledikçe şaşkınlığı artarak;
-Metin Bey, emin olun benim böyle bir şeyden haberim yok. Yasal alacaklarınızın ödenmemesi büyük haksızlık!..
Sözlerini tamamlar tamamlamaz Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ı aradı ve yanına gelmesini istedi.
Birkaç dakika sonra Hüsamettin Özkan odaya girdi.
Ecevit, Özkan'a dönerek; “Hüsamettin Bey, İhlas Holding'in yasal alacakları aylardır ödenmiyormuş. Metin Bey bunun için gelmiş. Bu ödeme niçin yapılmıyor?” diye sordu.
Hüsamettin Özkan olaydan haberdar olmadığını, dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Recep Önal ile konuyu görüşeceğini belirtti.
Sonra da beni odasına götürdü.
Çıkmadan Başbakan Bülent Ecevit'e teşekkür ettim ve ayrıldım.
İki gün sonra Hüsamettin Özkan Bey aradı ve gelmemi istedi.
Büyük bir heyecan ile odasına gittim.
“Metin Bey” dedi. “Ortada ciddi bir sıkıntı var.” diye devam etti ve bana bir kağıt uzattı.
Kağıt, Milli İstihbarat Teşkilatı antetliydi. “İlgili kuruma” diye başlıyordu.
O kağıtta şu yazıyordu:
-İhlas Holding'in bir takım zararlı faaliyetler içerisinde olduğuna yönelik duyumlar alınmıştır. Bu holding ve bağlı kuruluşları hakkında dikkatli olunması gerekmektedir.
Dehşete düştüm.
İfadeye bakar mısınız?
“ZARARLI FAALİYETLER” ve “DUYUMLAR”
İhlas hangi zararlı faaliyetlerde bulunmuş?
Cevap yok.
Peki bu zararlı faaliyetleri nasıl belgelediniz?
Duyumlarla…
Güler misin, ağlar mısın?
Devletin Milli İstihbarat Teşkilatı, aldığı bir duyumla Türkiye'nin gözbebeği olmuş koskoca İhlas Holding'in ipini çekiyor.
Türk Dil Kurumu; duyumu; “Doğruluğu kesin olarak bilinmeyen haber, istihbarat” olarak tanımlıyor.
Nereden alındığı, kimden alındığı ve içeriğinin ne olduğu belli olmayan bu duyum nedeniyle İhlas Holding'e blok uygulanıyor.
Sinirden titreyerek; “Hüsamettin Bey, Allah aşkına böyle rezalet olur mu? Burada suç belli değil. Mesele belli değil. Kabahat belli değil. Sadece bir duyum. Duyum doğru da olabilir, yanlış da olabilir. Böyle bir nedenle koca bir grup mahkum edilir mi?” dedim.
Hüsamettin Özkan da yazının ve ifadelerin anlaşılmaz olduğunu ancak yapacağı başka bir şeyin de olmadığını söyledi.
Ben de bunun üzerine konuyu Sayın Başbakan'a tekrar götüreceğimi söyledim.
Kendisi de bu meseleyi tekrar Ecevit'i götürmemem konusunda ricada bulunarak MİT ile bizzat görüşme sözü verdi.
O yazının fotokopisini alıp çıktım.
Kara kara düşünüyorum.
Bu yazıyı Enver Abi'me nasıl vereyim?
Kapıda şoförüm bekliyor.
Dedim ki, “Büroya hiç gitmeyelim. Biraz dolaşalım”
Elimde tekrar tekrar okuduğum bir yazı ve biz Ankara'yı turluyoruz.
Kafamda Enver Abi'yi üzmeden işi biraz daha yumuşatarak anlatmak var. O gel gitler arasında en azından meselenin nedeninin ortaya çıktığını düşünerek büroya döndüm.
Korka korka, çekinerek Enver Abi'yi aradım.
Başbakan Ecevit ile görüşmemden, Hüsamettin Özkan'ın odasından ayrılmama kadar geçen zaman dilimindeki bütün konuşmaları aktardım.
Telefonda yazıyı okumamı istedi. Okudum. Tekrar okumamı istedi, bir kez daha okudum.
Adeta şok olmuştu. Duyduklarına inanamadı.
Devletine bu kadar bağlı bir insanın nasıl bir zararlı faaliyeti olabileceğini sordu.
Bütün hayatının devletine ve milletine hizmetle geçtiğini anlattı.
Özellikle devletin istihbarat teşkilatının böyle bir yazı yazmasına çok üzüldü, çok kırıldı.
Söylediği diğer ayrıntılara fazla girmeyeyim. Onları aktarırsam pek çoğunuz gözyaşına boğulursunuz, tıpkı benim gibi…
Ben de kendisini rahatlatmak için, “Efendim, en azından hakkımız olan alacaklarımızın niçin ödenmediğini öğrenmiş olduk. Hüsamettin Bey zaten MİT ile görüşme sözü verdi. İnşallah o çözer de sorun ortadan kalkar” dedim.
Ancak Enver Abi yaralanmıştı.
Ömrünü harcadığı, kuruşuna kadar vergilerini ödediği devletinin; kendisi hakkında böyle bir olumsuz düşüncesi olması, çok zoruna gitmişti.
Parada pulda gözü kalmadı.
Hep, o, “zararlı faliyet” sözüne takıldı.
Ben de kendisine bu meselenin peşini bırakmayacağımı belirtip, telefonu kapattım.
İki gün bekledikten sonra Hüsamettin Özkan'ı tekrar aradım.
Henüz konuyu halletmediğini belirtti.
Bu kez aramama sözü verdiğim halde Başbakan Ecevit'i aradım.
Oradan da, randevu alamadım.
En sonunda MİT Müsteşarından randevu istedim.
Defalarca aramama rağmen oradan da bir sonuç çıkmadı.
Bu kez hükümetin MHP'li bakanlarına gittim. Eskiden beri tanıdığım ve çok samimi olduğum bir bakana durumu anlatıp yardımını istedim.
Sağolsun olsun, ilgilendi.
Birkaç gün sonra beni aradı:
-O yazının MİT ile falan bir ilgisi yok. Duyum askerden gelmiş.
Böylece bulmaca çözüldü.
28 Şubat cuntası, bir önceki yazımda değindiğim, “zararlı kuruluşlar listesine alırız” tehdidini hayata geçirmiş.
Oysa Enver Abi'ye bunu yapmayacakları konusunda söz vermişlerdi.
Sonradan öğrendik ki, o yazı bütün bakanlıklara gitmiş.
Enver Abi, bu yazının geri çekilmesi için defalarca dönemin Cumhurbaşkanı Demirel'e gitti. Mesut Yılmaz'a ricada bulundu.
Genelkurmay'da o malum komutanlara gitti.
Aylarca uğraştıktan sonra İhlas Finans olayından birkaç ay önce o yazı iptal edildi.
Yanlış hatırlıyor olabilirim.
O para ödendi.
Ancak 50 trilyon lira, yüksek enflasyon nedeniyle 50 bin lira değere düştü.
Zulüm bitti mi ?
Bitmedi!..
ANASOL-M iktidarı döneminde; bütün işleri Türkiye'de olan İhlas Holding, devlet eliyle iş yapamayınca, bu kez kendi imkanlarıyla birbirinden çok farklı işlere soyundu.
Yazının da ortadan kalkmasıyla rahatlayan grup, yeni iş sahalarıyla uğraşırken şer cephesinin en kapsamlı saldırısına uğradı.
Önce fısıltı gazetesi kanalıyla sonra da yüksek sesle İhlas Finans'ın battığı söylentisi çıkarıldı.
Bu şayia dalga dalga bütün Türkiye'ye yayıldı.
28 Şubat cuntasının organize ettiği bu ahlaksız saldırıya, maalesef bir cemaatin, bir kısım üyeleri de destek verdi.
“Bizim şeyhimiz bütün şeyhleri döver” havasındaki bu cemaatin bir kısım üyeleri, goygoyculukta en ön safta yer aldı.
İhlas Finans mudileri şubelere saldırdı.
On binlerce mudi aynı anda paralarını istedi.
Holding merkezinden kamyonlar dolusu para taşındı. Sadece bir haftada 280 milyon dolar ödeme yapıldı.
Ödeniyor, ödeniyor ama bir türlü kuyruk azalmıyor.
En sonunda nakit bitti ve ödemelere son verildi.
Ve nihayetinde BDDK 10 Şubat 2001 tarihinde yukarıdan gelen emirle İhlas Finans'a el koydu.
10 Şubat tarihinin çok önemli bir yanı var:
10 Şubat rahmetli Enver Abi'nin doğum günü.
Bu operasyon için Enver Abi'nin doğum günü seçilerek, adeta “Doğum gününde seni bitirdik” mesajı verdiler.
365 günün içinden bu tarihin seçilmesi çok açık bir mesaj oldu.
Ama Allah'a çok şükür bitiremediler.
Bu arada İhlas Finans'a el konulmasını kadeh tokuşturur gibi kafa tokuşturarak kutlayan o cemaatin bir kısım üyelerine bir Arap sözünü hatırlatmak isterim:
-Men Dakka, dukka. Yani, kim çalarsa çalınır veya atasözü olarak ÇALMA KAPIMI ÇALARLAR KAPINI.
İhlas Finans ile başlayan İhlas'ı bitirme operasyonu İhlas Holding ile sürecekti.
Ancak bunu yapamadılar.
İhlas Finans'ın başına ördükleri belanın bin beteri, hiç beklemedikleri bir anda kendi başlarına geldi.
İhlas'a yaşattıkları felaketten sadece ve sadece 9 gün sonra eşi benzeri görülmedik bir gazaba uğradılar.
Cumhurbaşkanı Sezer, 19 Şubat 2001'de dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in yüzüne anayasa kitapçığı fırlatarak Türkiye'nin büyük bir kaosa sürüklenmesine neden oldu.
Tartışma haberi duyulduktan saatler sonra Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden biri başladı. Kriz doruk noktasına ulaştı. Borsa öldü, repo faizleri yüzde 760'a fırladı. Kriz öncesi 670 bin TL olan dolar Nisan'da 1 milyon 161 bine tırmandı.
19 Şubat krizi tarihe kara bir leke olarak düştü...
Canının derdine düşen 28 Şubat cuntası ve onun maşaları, İhlas'ı bırakıp iktidarı kurtarmaya çalıştı.
Allah zalimleri sevmez ve mazlumların yanındır.
Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu alâllâh(alâllâhi), innehu lâ yuhıbbuz zâlimîn(zâlimîne).
“Kötülüğün cezası da misli kötülüktür, fakat her kim affedip ıslâh ederse onun da ecri Allah'adır, her halde o zalimleri sevmez” mealindeki Kuran-ı Kerim'in Şura Suresi'nin 40. ayeti bir MGK şurasında resmen zuhur etti.
28 Şubatçılar beklenmedik bir anda olmadık bir meseleden birbirine düştü.
Onları kendi dertleriyle bırakıp dönelim bizim meselemize.
Fırtınanın ortasında bir de tsunamiye yakalanan Enver Abi, bu kez holdingi sağ salim sahile ulaştırmaya çabaladı.
Şer cephesi tarafından topa tutulan, her tarafı delik deşik olan ve su alan İhlas gemisini o fırtınadan batırmadan çıkardı.
Bence bu bir keramet.
İddia ediyorum!..
Bugün İhlas Holding'in sapasağlam ayakta durması gerçek bir keramettir.
Bunu yaparken de elindeki avucuyla İhlas Finans mudilerinin borçlarını ödemeye çalıştı.
Uçağını, helikopterini, arabalarını sattı.
Yetmedi TGRT'yi sattı, o da yetmedi KİA'yı sattı.
Bütün bunları görmezden gelenler, Enver Abi'nin hortumcu olduğunu iddia ediyor.
Hangi hortumcu mescide kapanıp saatlerce, “Ya Rabbi, borçlarımı ödememe yardım et” deyip ağlamıştır?
Vefatından 3-4 ay önce kendisini aradım. Selam verdim, “Metin Abi dua et Enver Abi'n borçlarını ödesin” dedi.
Allah aşkına ben kimim ki? Borçlarını ödeyebilmek için benden bile dua istiyor?
Düşünün yani!..
Yazıktır, günahtır.
Ne yapmış Enver Abi?
“Benim borcum yok” deyip kenara mı çekilmiş?
Paraları uçağına yükleyip yurtdışına mı kaçmış?
Veya Cem Uzan gibi Cannes'te partiler verip gününü gün mü etmiş?
Herkes elini vicdanına koysun.
Bugün Türkiye'nin en büyük bankası hakkında “Batıyor” söylentisi çıkarılsa, o banka kesin batar.
Hangi banka; şubelerine hücum eden mudilerin parasını tıkır tıkır ödeyebilir?
Hatta bir bankada paranız varsa, 10 milyardan (10 bin lira) fazla para çekmek isterseniz bir gün öncesinden bildirmek zorundasınız. O parayı istediğiniz anda alamazsınız.
Bilinenin aksine bankada para olmaz.
Çünkü bankalar buzdolabı değildir. Bankalar paraların saklandığı kasa da değildir.
Sizlerin paraları bir takım yatırımlarda kullanılır. Elde edilen karın bir kısmı bankaya bir kısmı da paranın sahibine verilir.
İhlas Finans da bunu yaptı. Ama o yatırımların geri dönmesini engellediler.
Şer odakları İhlas Holding'i ve Finans'ı kıpırdayamaz hale getirdi.
Yanlış adrese kin ve buğz ederseniz hidayetten mahrum kalırsınız.
Bu da işinizi kolaylaştırmaz, zorlaştırır.
Bu kadar zulüme uğramış bu güzel insanın ardından kötü söz söylemek kimseye hayır getirmez.
Şunu da belirtmek isterim.
İhlas mudilerine gerçekten hayranım.
Büyük çoğunluğu feraset gösterip fevri davranış içerisinde olmadı. Hiç bir bankanın mudisi, böylesine feraset göstermezdi.
Allah hepsinden razı olsun.
Hepsi pırıl pırıl insanlar.
Onlar için gerçekten üzülüyorum.
İnşallah hepsi alacaklarının son kuruşuna kadar alır (AMİN)
Bir noktaya daha dikkatinizi çekmek isterim.
Rahmetli Enver Abi'den sonra oğlu Mücahit Ören babasının mirasına sahip çıkacağını duyurdu.
Miras, sadece kar demek değildir.
Miras, karıyla zararıyla bir bütündür.
Bu bakımdan er veya geç alacaklarınızı tam ve eksiz alacağınızdan bir şüphem yok.
Buradan Enver Abi'yi sevenlere de seslenmek isterim.
Enver Abi'nin mirası; sadece İhlas Holding'in veya Mücahit Ören'in omuzlarına bırakılmayacak kadar ağırdır.
Bu güzel insanın o mübarek yeşil tabutuna omuz verebilmek için nasıl koşturduysak bu mirasa da aynı şekilde omuz vermek için koşmalıyız.
Bunu yapmalıyız ki mahşerde o kutlu sancağın altına girmeye yüzümüz olsun.
Seadet-i Ebediyye yolu otoban değildir.
Bu yol, taşlı topraklı meşakkatli bir yoldur.
Bu yolun sağında ve solunda pusuya yatmış düşmanlar vardır.
Yol boyunca kayalar, uçurumlar ve hatta heyelanlara rastlarsınız.
Önemli olan bütün bu engellerin üstüne basa baba, eli ayağı kanaya kanaya yol almaktır.
Çünkü bu yolun sonunda büyük müjde vardır.
YÜKÜMÜZ AĞIR YOLUMUZ UZUN
BU YOLDA YÜRÜYENLERE SELAM OLSUN!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.