Müslümanların ‘gavur’a bile yakışmayan özelliği
Yayınlanma:
Müslümanların, bir Müslüman’a yakışmayan pek çok özelliği var. Miskinlik, ümitsizlik, gıybet, düşmanlık besleme, hasetlik etme gibi pek çoğunu sayabiliriz.
Her biri için yaşanan pek çok şey anlatmak mümkün.
İslam aleminin dertleri ile yüreği yanık olan Mehmet Akif, Avrupa’yı görüp geldikten sonra bizim durumumuzla Avrupa’yı kıyaslarken, “İşleri var bizim dinimiz gibi, dinleri var bizim işimiz gibi” diye özetler.
Batı hayranı olmayı kendimize yakıştırmayı doğru bulmuyorum. Lakin Akif’in içinden çıkıp geldiği neslin yaşadıklarını bizim anlayabilmemiz mümkün değil elbette. Bize yakışmayan sadece “iş”imiz de değil. Pek çok özelliğimiz var.
İsraf hayatımızı çok fazlasıyla kemirmekte. Yalnız hayatımızı mı? Aslında emeği değersizleştirme ve şükrü yok etme boyutuyla bakarsak israf geleceğimizin de içini oymakta.
Muhafazakar camia, tatille tanışalı çok fazla olmadı. Bireysel tatil yapanlar her dönemde vardı elbet. Lakin, muhafazakarların gittiği tatil yerleri büyük ölçüde 2000’li yılların başlarından itibaren revaçta olmaya başladı. Hepi topu baktığınızda 10 yıllık bir mazisi ancak var.
Daha önceleri, “israf” ve belki “günah” sayılan tatil harcaması, so 10 yılda hızla gelişti. Bu alanda pek çok tatil merkezi hizmet vermeye başladı.
İki yıldız muadili tatil merkezlerinden beş yıldızlı olanına kadar var…. Muhtemelen ortadirek denilen kesimden başlayarak üst gelir gruplarına kadar her kesime hitap ediyor.
Bir hafta süreyle bir tatil beldesinde bulunduk. Eşim, çocuklarımız ve birkaç yakın aile ile birlikte gitmiştik.
“Ramazan’da tatil mi olur” diye düşünülen dönem epey geride kaldı. Bildiğim tatil beldelerinin hemen hepsi bu ayda yüzde 90’ın üzerinde doluluk oranına sahip. Buralarda, gündüz denizin, havuzun ve bol çeşit yiyeceklerin tadını çıkaran bir kesim var.
Tatil beldesi esas itibariyle Ramazan dolayısıyla programın ağırlığını geceye kaydırmış. İftardan sahura kadar pek çok aktivite var.
Aşçılar, farklı damak tatlarına hitap etmek için çeşit çeşit yiyecekler hazırlıyor. Onlarca çeşit soğuk meze, iki çeşit çorba ve onlarca çeşit yemek. Tabii bir o kadar da tatlı ve meyve var.
Çevremi gözlüyorum. Gördüklerim yüreğimi yakıyor. Sizleri bilmiyorum ama ben ortaokuldan üniversiteyi bitirene kadar geçen dönemde ciddi sıkıntılar çektim. “Kıtlık dönemi yaşadık” diyecek bir durum yoktu elbette. Ne var ki günlerimiz hep makarna-çorba ikilisi ile geçerdi.
Bu sabit yemek programı Ramazan’da da değişmezdi. Konu komşu birkaç kez iftara davet ettiğinde karnımız ancak o günler doyardı desem yanlış söylememiş olurum.
O yokluk günleri midir beni bu kadar etkileyen bilmiyorum. Bu tür yerlerde yemek yemek beni çok etkiliyor. Göze ve damak tadına hitap eden bu kadar çok yiyeceği tüketme biçimini görmek yüreğimi dağlıyor.
İnsanlar iftara yarım saat kala masalarına yiyecek taşımaya başlıyor. Etlisinden soğuk mezelerine, salatasından pilavına, çorbasından tatlısına kadar. Ortaya da koca bir pide. Masasına aldığı her bir yemek tabağı, tek başına bir kişiyi mükemmelen doyuracak kadar çok doldurulmuş.
İftarın olması ile birlikte yükleniyorlar iki üç bardak kola ya da suya. Ardından bir iki kaşık çorba alıyor. Ne olur ne olmaz, daha fazla çorba içerse ötekine yer kalmaz diye düşünüyor. Çorba hemen bir kenara itiliyor.
İçerden gelen “aman dikkat, yavaş git, doymak üzeresin” uyarısıyla soğuk mezeleri bir iki tırtıklıyor. Onlar da bir kenara itiliyor. Ne de olsa daha etliler tatlılar var.
Koca soğuk meze tabağı, neredeyse görüntüsü bozulmadan ileri itiliyor. Et tabağı denildiğine bakmayın. Birkaç çeşit etle doldurulmuş. Üstelik beyaz et, kırmızı et, kimi zaman da balık ilaveli.
Mübareklerin tat alma duyguları sanki ağızlarında değil midelerinde. Ağızda bir iki döndürülüyor lokma hemen içeri gönderiliyor. Çiğnemeden içeri atılan yiyeceklerle mide isyan noktasına gelmiş oluyor.
Tek başına iki kişinin öğünü olacak kadar dolu tabaktan birkaç lokma aç gözlülükle yeniyor. Ardından silahı alnına dayamışlar gibi zorla yenilen lokmalarla mide hızla şişiriliyor.
Et tabağı da bir kenara itiliyor ve aynı hızla tatlı tabağına saldırıyor. “Saldırma” bile görülen manzarayı tarif etmekte yetersiz kalıyor.
Et yemeğinin mideyi tatlıya hazırlamış olmasının verdiği keyifle tatlı tabağına yumuluyor. Sütlü tatlıdan hamur tatlılarına, çikolatalılardan meyvelilere, baklava çeşitlerine kadar hepsi tabakta.
Çatal birkaç kez uzanıyor. Ama nafile. Başladığı hızla devam edebilmesi mümkün değil. Zar zor birkaç lokma daha ağza atılıyor. Fakat olmuyor. Tatlı tabağı ona bakıyor, o tatlı tabağına. 15-20 dakika önce açlıktan kımıldamaz hali vardı, şimdi midesi tıka basa dolu olmaktan takatsiz düşmüş.
Pek çoğu oruç tutan garsonlar ise etrafta boş toplamaktan yetişemiyorlar. Sözün gelimi “boş” diyorum. Neredeyse yarıdan fazlası dolu tabaklar masadan kaldırılıyor.
Tanıdık bildikleri bir iki uyaracak olduğunda cevabını alıyorsun. Kimi “Bir tabak yiyeceği bana çok mu görüyorsun” diyor, kimi “Parasını verdim kardeşim” bir başkası, “Bir tek ben miyim tabağında yemek bırakan” diye çıkışıyor.
Temizlik anlayışı ise bir facia. İşletme sahipleri her şeyi temiz ve düzenli tutmak için ne kadar çaba harcıyorlarsa, tesislerde kalanlar da o kadar kirletmeye ve bozmaya ant içmişler gibi.
İlgili bölüm vakti geldiğinde hizmete açılıyor. 15 dakika geçmeden, o güzelim mekan Yecüc Mecüc istilasına uğramışa dönüyor. Yapılan, sunulan hiçbir şeyin değeri yok. Nimetin kıymetini bilme, teşekkür etme lügatlarından silinmiş.
Karşılaştığım manzara karşısında “Allahım” diyorum “Sen bu toplumu mağfiretinle yargıla. Kalplerine verdiğin nimetlerin kıymetini bilme duygusu ver. Onlar bu kadar aç gözlü olsalar da sen onların gönüllerine tokluk ihsan et. Yaptıklarıyla cezalandırma” diye dua ediyorum.
Başka konularda ümitsiz değilim. Lakin, Müslümanlar’ın “gavur”a yakışmayan sıfakları terkedeceğine olan inancım çok zayıf.
Ünal TANIK / Rotahaber
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.