Su kıtlığı şirketler için de tehdit oluşturuyor!
Türkiye’deki su kaynaklarının mevcut durumunu değerlendiren, yakın gelecekte bu kaynakları bekleyen muhtemel riskleri ortaya koyan rapor, su kaynakları eksenindeki tartışmalara ‘su riski’ yaklaşımıyla yeni bir bakış açısı getiriyor. Rapor, sadece riskleri ele almakla kalmayıp, karar vericiler ve özel sektör başta olmak üzere, toplumsal ve kurumsal ölçekte alınması gereken önlemlere de dikkat çekiyor.
Su kaynaklarının yönetimi ekonomik kalkınmayı doğrudan etkiliyor
WWF-Türkiye Genel Müdürü Tolga Baştak , Türkiye’deki kısıtlı su kaynaklarına ilişkin bakış açısını değiştirmeyi hedeflediklerini belirterek, şunları söyledi: “Su sorunu kendini sosyal, ekonomik ve çevresel alanlarda giderek daha fazla hissettiriyor. Dünya Ekonomik Forumu için 2014 yılında hazırlanan Risk Raporu’nda ‘su kıtlığı’, dünyadaki en önemli üç risk arasında yer aldı. Bu durum, yalnızca su kıtlığı çeken havzaları değil, aynı zamanda üretim süreçlerini de etkiliyor. Bu nedenle, tatlı su kaynaklarının sürdürülebilirliği yalnızca sosyal ve çevresel açıdan değil, ekonominin sürdürülebilirliği açısından da kritik öneme sahip.”
HSBC Türkiye Kurumsal İletişim Grup Başkanı Pınar Türker ise sürdürülebilirlik projeleri ile toplum için katma değer yaratılmasının önemini vurgulayarak şöyle devam etti: “HSBC Grubu’nun; 2012 yılında başlattığı ‘HSBC Su Programı’ kapsamında WWF ile küresel çapta yürüttüğü projeler, su kaynaklarının yönetimini iyileştirmeyi ve küresel su sorunları konusunda farkındalık yaratmayı amaçlıyor. ‘Türkiye’nin Su Riskleri’ raporu ile ülkemizin karşı karşıya bulunduğu su kıtlığı ve potansiyel risklerine dikkat çekilirken aynı zamanda karar vericiler ve iş dünyası nezdinde su kaynaklarının yönetimi konusunda farkındalık yaratılması hedefleniyor” dedi.
Rapora göre dünya üstündeki erişilebilir tatlı su miktarı, toplam su varlığının yüzde birinden az. Dünya nüfusunun neredeyse beşte biri (yaklaşık 1,2 milyar kişi) su sıkıntısı çeken yerlerde yaşarken, bu oranın 2025’te üçte iki seviyesine çıkması bekleniyor.
Türkiye “su fakiri” olma yolunda ilerliyor
Türkiye'nin gelişen ekonomisi ve dünya ortalamasının üstünde seyreden nüfus artışı tatlı su kaynakları üzerindeki baskıyı artırıyor. Türkiye, yılda kişi başına düşen 1.519 m3’lük su miktarı ile “su sıkıntısı çeken” ülkeler arasında. Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye nüfusunun 2030’da 100 milyona ulaşacağını öngörüyor. Bu durumda, kişi başına düşen su miktarının yılda 1.120 m3 olması bekleniyor. Diğer bir deyişle; artan nüfusu, gelişen ekonomisi ve büyüyen kentleriyle Türkiye “su fakiri” olma yolunda ilerliyor. Türkiye’de her yıl suyun yüzde 73’ü tarımda kullanılıyor. Ekonomik olarak sulanabilecek nitelikteki 8,5 milyon hektar alanın yüzde 67’si, yani 5,7 milyon hektarı DSİ tarafından sulamaya açıldı.
2023 yılı itibarıyla sulanabilecek alanların tamamının sulanması hedefleniyor. Tarımda suyun verimli olarak kullanılması, uygulanan sulama yöntemine bağlı. Ülkemizde halen sulanan alanların yüzde 97'sinde yüzeysel sulama yöntemi kullanılıyor. En verimli sulama şekli olan ‘damla sulama’ yönteminin uygulandığı alanların toplam büyüklüğü yalnızca 110 bin 185 hektar. Önümüzdeki yıllarda da suyun en çok kullanılacağı alan yine tarım sektörü olacak. Tarım sektörüne öncelik veren kalkınma planları hazırlanırken, yağış miktarı ile yeraltı ve yüzey suyu kaynaklarının büyüklüğünü dikkate alan bütüncül bir su politikasının izlenmesi gerekiyor.
Su kaynakları evsel, endüstriyel ve tarımsal atıklarla her geçen gün daha da kirleniyor. Türkiye’deki 3 bin 225 belediyeden sadece 296’sının atık su arıtma tesisi bulunuyor. Kirlenen su kaynakları yalnız biyolojik çeşitliliği değil, aynı zamanda geçim kaynağı suya bağlı çok sayıda insanı da doğrudan etkiliyor.
Şirketlerin kârlılıkları ve marka değerleri, suyun miktarından veya kalitesinden etkilenebiliyor. Karbon Saydamlık Projesi’nin küresel ölçekte şirketlerin su konusundaki görüşlerine yer verdiği Küresel Su Raporu’na göre, çalışmaya katılan 57 trilyon dolar varlığa sahip 503 kurumun yüzde 70’i su sıkıntısını işleri üzerinde bir risk olarak tanımlıyor. Raporlanan risklerin yüzde 64 gibi büyük bir çoğunluğu da, iş yapışlarının şimdi ya da gelecek 5 yıl içerisinde etkileneceğini ifade ediyor.
Bloomberght)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.