1970-1980'li yılların Eskil'ine özlem duyanların bir solukta okuyacağı yazı
İşte o yazı:
Şimdi, şuan Banteay Phnom Tapınağı'nın bulunduğu tepede, ormanlık alan içinde, tapınağın duvarlarından dökülmüş yaşı bin yıllık geçmişe uzanan tarihi taşın üzerinde oturuyorum.
Sabah olmasına rağmen, (saat 8:30) güneş yeni doğmuş, bir ağaç boyu yükseklikte günü selamlarken dökülüyor yüreğinden sevgi karışımlı sıcaklık.
Açık alanlarda bayağı bi sıcaklık var. Var ki, soğuk iklimden gelen turistler, aman ne bu sıcaklık böyle, sabahın bu saatinde, diyerek ilk karşılaştığı insanla iletişimi başlatıyorlar, konuşmanın devamı geliyor. Ama ben iyiyim! Binlerce ağacın gölgesinde, yaprakların etrafa üflediği serin havanın konforunda, ormanın derinliklerinden gelen, kendilerini göremediğim ama seslerini duyup huzur bulduğum kuşlar. Ve binyüz (1100) yıl öncesi tarihin yaşanmışlıklarına götüren üstleri yosun tutmuş, renkleri ağaç köklerine evrilmiş taşlar.
Aynı zamanda soran, sorgulattıran, düşündüren taş yığınlarının mistik ortamında, sır saklayan ama gizemli geçmişine ulaşmak adına onlarla birlikte olmanın keyfi ve zenginliği.
İşte böylesine dingin, sakin ruh halimle, Kamboçya'nın Siem Reap Şehri'nde, Angkor Wat tapınaklar bölgesinde doğada sevginin gücünü içselleştirirken. Etkisini ve verdiği enerjiyi bedenimin bütün hücrelerinde hissediyorum.
Doğanın ve tarihsel kalıntıların içinde olmanın şuan ki ruh haliyle düşünürken, taa uzaklarda kalmış 1960, 70 ve 80'li yıllara uzanan zaman diliminde 20'li yaşların çocukluk hikayesi gündemini bana hatırlatan Musafa Bozdağ'ın isteği aklıma geliyor ve kendisine teşekkür ediyorum!
Eskil'in çölünde, büyük ve geniş bir alanı kaplayan çeğen ormanlarının yaşam bulduğu bataklığın gömüklü ve sülüklü sularında geçen çocukluk günlerimin unutulmayanlarını yazıyım, dedim.
Oynadığımızı oyunlar, oyunlardan arta kalan zamanlarda aile bütçesine katkı olsun diye çalıştırılmam.
O günün koşullarında iş de azdı, para da azdı.
Biz, çocuklar para nedir? bilmezdik. Çerçiye, dükkana, bakkala gittiğimizde yanımızda yumurta, yün, un, bulgur, buğday, arpa, çavdar olurdu.
O dönemin en iyi mesleği, çobanlıktı. Eskil bölgesinin kıraç yaylalarında koyun sürüleri, ve sürü ağaları hayli fazlaydı. Kıraç topraklar verimliydi, yağmur sularıyla sulanırdı. Bu ürünler çok az masrafla ambar veya toprak, saman altı nodalarda saklanırdı. Ama saygı, sevgi, mutluluk çocukluğumun geçtiği Eskil ve mahallesi ikizce'de yaşayan insanlar arasında kullanılan ve paylaşılan değerler bütünü erdemlerdi.
Çocukluğumun geçtiği İkizce Yaylası, kışın sular altında kalır, yazın en kurak günlerinde, üç dört metre uzunluğunda demirle konu komşu toplanarak indir, bindir yapıp bir kaç metreden sular çıkarılabilirdi. Emme basma tulumbalar aracılığıyla evlerin ve evlerin önlerinde bulunan küçük bahçelerin su ihtiyaçları karşılanırdı.
Eskil ve İkizce'nin etrafı bataklıktı. Yer altı su kaynakları, adına göz dediğimiz, pınar dediğimiz kaynaklar vardı, her mevsim akıntısı kesilmezdi. Kaynak suların toplandığı küçük göletlerde pek çok tür de kuşlar olurdu. Eşmekaya'nın sazlığında toplanıp, Böğet Köyü'nde su değirmenlerinin çalışmasını sağladıktan sonra Mehmetbeyli Yaylası'ndan uzun köprü altından geçerek, İkizce'nin doğusundan Eskil'in Kelektömeği, Karatepe, Yağcak ve Mennek bölgesine akar, diğer göletlerle buluşurdu. O bölge hep sular altında kalırdı. Uzun köprünün altından geçen bu suyun akışında yüzmeyi (atınma) öğrenmiştim. Sıcaklıklar bastırmadan öğleden önce kuzuları eve getirir, damların gölgesinde uykuya çekilirdi kuzular. Köyün çocukları, kuzu çobanı arkadaşlarımla bu boşluktan faydalanır Mehmetbeyli'ye yüzmeye giderdik. Kurbağa ve yılanlar bizlere eşlik ederdi. Ben hariç, diğer arkadaşlarım yılandan çok korkarlardı, nerede görseler öldürmek için etraftaki taşları toplar, hazır beklerlerdi.
Çeğen, kamış, kıyak, kındıra ve benzeri çok çeşit bitki örtüsü vardı. Karamık çalısı dikenli olurdu, ama meyvesi ekşimsi ve lezzetliydi. İki renkte olduğunu hatırlıyorum, siyah ve kırmızı.
Kındıra denilen bitki (evlerin sobasında ve ocağın ateşini başlatmak için kullanılırdı) bu kındıraların diplerinde pembe, beyaz çiçek açan çiğdemler boy verirdi. Daha pek çok renkte çiçek de olurdu.
Bahar, yaz ve sonbaharın bazı aylarında botanik bahçesi gibi renk renk çiçek ve bitkiler bataklığın içinde güzelliklerini o bölgenin insanlarıyla paylaşırdı.
İkizce'de 1968 yılında ilkokul yapıldı. Ben 10 yaşında ilkokula gittim ve 15 yaşımda okulu bitirdim. Bir daha da başka okula gitmem için imkan verilmedi. Zaten köyde çocukluk dönemimde dana ve sığır güdüyordum. Okulun kapalı olduğu yaz dönemlerinde kendimize ait 10-15 kuzuyla birlikte komşuların kuzularını da güdüyordum; annemin çerçi harçlığını kazanmak, okul masraflarımın karşılanması için.
1970'li yıllarda Dayıkuyusu Yaylası'ndan Duran Caymaz ve Sami Mutlu da kuzu çobanlığı yaptığım dönemlerdi.
O yıllarda Eskil halkının iki tanımı vardı, Çöllüler ve Kıraçlılar diye. Kıraçlılar kışın Eskil'e göçer. Bahar gelince, sürelerini otlatmak için Mennek, Yağcak, Kemikli, Nail'in Çardağı, Kelektömeği vb yerlerde çadır içinde yaşarlardı. Yaz mevsimi gelince, ekinlerin biçildiği dönem, kıraç dediğimiz yaylalarına göç ederlerdi.
Eskil, o dönemlerde yılın belirli aylarında terk edilmiş virane bir fiziksel yapıya sahipti. Toprak damlı evler, sıra, sıra dükkanlar, bir kaç tene de kahvesi vardı. Kahvelerin içi çukurdu, toz, toprak... Masa ve sandalyeler ahşaptı. Düzgün bir masada, doğru duran bir sandalyede oyun oynamak mümkün değildi. mutlaka bi tarafa eğik dururdu. Akşamları bende takılırdım kahvelere. İsmail Cirit de Kumlu Yaylası'ndan gelirdi. Oyun kurulur, oynanır, biter evi olan evine giderdi. Benim gibi evi olmayanlar, kuzu çobanlığını yaptığım Duran Caymaz'ın 2 katlı evinin altında yem ambarı vardı orada yatırdım. Beton üstünde kebi içinde. İsmail Cirit de benimle gelir aynı kebi içinde yatırdık. Dostluğun, arkadaşlığın, dayanışmanın güçlü ve çıkarsız olduğu sevgiye dayanan dönemin paylaşımlarıydı. Sevgili İsmail'e sevgiler!
Eskil'de, dönemin pancar ekicileri öncüsüydü Taşkesikliler. Ikizce den kadınlar ve çocuklar at arabasıyla Taşkesik'e gider, sabahtan gün batımına kadar çalışır, pancar pürçüğünü (yaprak) keserdik. İş bitimi sonrası kestiğimiz pürçükleri toplar, arabaya doldurur, yorgun argın eve dönerdik. Bütün gün çalışmamızın emek karşılığı pancar pürçüğü (yaprağı) olurdu.
Eskil'in en önemli otluk korusu Karatepe idi. Adam boyu otlar baharla birlikte boy verirdi. Bekçileri vardı, koyun sürelerini sokmazlardı otlakiyenin içine. Biçme günü geldiğinde belediye tarafından alan parsellenir, istekte bulunanlara satılırdı. Bahar ayları içinde biçilen otlar at arabasıyla taşınması sırasında çoğu bizim köyün (ikizce) içinden geçerdi. Köyün çocukları ve ben, at arabasıyla taşınan otları, sürücünün göremeyeceği arka kısımdan yolardık. Ama görüldüğümüz anlarda çok kırbaç yedik. Kırbaç acısı ve tende bıraktığı kırmızı iz hala unutamadığım anıların başında. 20 yaşımda Askere gittim. Askerlik bitiminden sonra başlattığım yaşamı daha iyiye taşıma mücadelesi ve hareketliliği hala devam ediyor. Bu güne kadar Türkiye'nin bütün şehirlerini ve 60 yakın ülke ve bu ülkelerin şehirleri görmüşlüğüm oldu. Teşekkür ediyorum! Sevgilerimi iletiyorum! Siem Reap-Kamboçya.
haberfark.net
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.