Genç kuşaklara yakın tarih
"Türkiye ve İran arasında tarihsel bir rekabet var. Dış politikamızı belirlerken İran faktörünü her zaman göz önünde bulundurmak, alınan kararlara İran'ın nasıl tepki vereceğini değerlendirmek gerekir."(sf. 213)
Çelebi, devletin halktan korktuğunu ise Turgut Özal ve Adnan Kahveci üzerinden anlatıyor.
Anavatan Partisi hükümetinde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan siyasetçi-yazar Işın Çelebi'nin yeni kitabı Türkiye'nin Dönüşüm Yılları Alfa Yayınları'ndan çıktı. Dünyayı iyi anlamak ve yarını yakalamak için dünü unutmadan yaşamak gerek vurgusunu yapan Çelebi kitabında düşüncelerini şekillendiren, duygularına etki eden yaşanmışlıkların arka planını anlatıyor.
Turgut Özal'ın sık sık tekrarladığı, "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin," sözünü kendine ilke edinen Çelebi iki yıl önce yazmaya başladığı bu kitabında Türkiye'nin başta demokrasi olmak üzere temel sorunlarını değerlendirip gelecek için çözümler üretme konusunda çalışma yapanlara, yarını yakalamak için düşünenlere önemli bir kaynak sunuyor.
1950-2012 arasında yaşadıklarından hareketle yazılan kitapta Işın Çelebi, Turgut Özal'ın orkestra şefliğinde dönüşüm süreçlerinin perde arkasını, tecrübelerini, gözlemlerini, doğrularını ve hatalarını paylaşarak, gelecek yönetimine ilişkin çözüm ve proje önerilerini genç kuşaklara aktarıyor.
İşte bu öneri ve analizlerden bazı bölümler:
Her şeye rağmen GAP bitmiyor
Başlangıçta 30 yılda bitirilmesi planlanan ve revize edilen planlara göre 2011 yılında tamamlanması öngörülen GAP'ın sulama projelerinin halen bitirilememiş olması Türkiye için çok büyük bir kayıp. Hidroelektrik santraller Türkiye'nin milli serveti niteliğinde. Barajlar yıllar önce tamamlanmış olsaydı su kaynaklarımızı çok daha verimli şekilde kullanabilirdik. Bu konuda benim kafamda hep soru işaretleri var. Bugün hâlâ önemli bir bölümü yapım aşamasında olan sulama projelerinin bir an önce tamamlanması Türkiye'nin geleceği, huzuru ve barışı için şart. Sulama projeleri Türkiye'nin uluslararası ilişkilerdeki konumunu etkileyecek hayati bir atılım olacak. (sf. 190)
Mesut Yılmaz'ın büyük hatası
ANAP'ın iktidarı kaybetmesinde en önemli faktör, kuruluş felsefesinden uzaklaşmaya ve halktan kopmaya başlamasıydı. 1989 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde, parti içinde farklı görüşler olmasına rağmen ben Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı olmasını destekledim. Özal'ın dünya çapında belirleyici bir lider olacağından hiç kuşkum yoktu. Ancak Anavatan'ın özellikle Mesut Yılmaz döneminde Özal'ın çizgisinden hızla uzaklaşması ülke için hiç hayırlı olmadı. ANAP'ın bu kadar güçsüzleşeceğini öngöremedim. Bu açıdan Özal'ın cumhurbaşkanı olmasını desteklememin kısmen hatalı olduğunu bu gün daha iyi anlıyorum. Ancak Turgut Özal gibi bir Cumhurbaşkanı'na sahip olmak Türkiye için çok büyük bir fırsattı. Bu açıdan da yüzde 70 düzeyinde doğru düşündüğümü görüyorum. Ne yazık ki Turgut Özal Cumhurbaşkanı olarak engellendi.(sf. 245)
Özal Kürt meselesini çözmek istiyordu
Özal, bana ve Adnan Kahveci'ye Kürt meselesiyle ilgili çalışma yapmamız için talimat verdi. Kürt meselesini çözüme kavuşturmak istiyordu. 5 Şubat 1993'te Adnan Kahveci'yi ve 17 Nisan 1993'te Turgut Özal'ı kaybedince bu konuda kendimi çok yalnız hissettim. Her zaman büyük bir acıyla hatırladığım bu önemli kayıplar, benim ekonomik demokratik değişim ve Kürt meselesi konularında görüş alışverişi yapma imkânımı da çok azalttı. Adnan Kahveci hazırladığı Kürt raporunu bize anlatarak tartışmaya açmış, ANAP Grubu'nda bu konuda bir sunum yapmıştı. Plan Bütçe Komisyonu'nda otururken bana bu işin çözümü için Ağustos 1993'teki kongrede genel başkan adayı olmak istediğini söyledi. Ben de ona acele etmemesini, yeterince araştırmak ve düşünmek için süreye ihtiyacı olduğunu söyledim. Ancak 5 Şubat günü Gerede'de geçirdiği trafik kazasında eşi ile vefat etti. (sf. 254)
Çözümü devlet engelledi
1993 yılı sonrası süreçte yaşanan faili meçhul cinayetler büyük acılara yol açtı. Bu tarihten sonra Güneydoğu bir kalkınma ve gelişme bölgesi yerine terör bölgesine dönüştü. Köyler yakıldı, insanlar göçe zorlandı. Bunun sıkıntılarını tüm toplum olarak yaşadık. PKK'yı finanse ettikleri iddiasıyla kaçırılan Kürt kökenli işadamlarının cesetlerinin Bolu-Adapazarı-Sapanca üçgeninde bulunması da yine bu dönemin karanlık tablosunun bir parçası oldu. Tüm bunlar, o dönemin sertlik politikalarının sonucuydu. Bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesi'nin 14 Temmuz 1993 tarihli kararıyla Halkın Emek Partisi'ni kapatması da sorunların diyalog yoluyla çözümünün önüne engel koydu. Devlet sorunun çözümünü engelledi; halkın seçilmiş temsilcileriyle muhatap olacakken, muhatabına siyaset yolunu yasaklar yoluyla kapattı.(sf. 278)
Özdemir Sabancı'nın yerine düşünülen isim
9 Ocak 1996'da Özdemir Sabancı, Toyotasa Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreteri Nilgün Hasefe'yle birlikte Sabancı Kuleleri'nde öldürüldü. Özdemir Sabancı ve çalışma arkadaşlarının öldürülmesi beni derinden yaraladı. Bu olay 1996 yılının en en karanlık olayıydı. Adana'daki cenaze töreninden döndükten yaklaşık bir hafta sonra Sakıp Sabancı beni arayarak görüşmek için İstanbul'a davet etti. Sabancı Kuleleri'ndeki yönetim kurulu odasında Sakıp, Erol, Şevket ve Hacı Sabancı'nın katıldığı bir toplantı yaptık. Toplantıda aile üyeleri Özdemir Sabancı'nın yerine yönetim kurulu üyesi olmamı teklif ettiler.
Teklifi duyduğumda önce her ne kadar o dönemde muhalefette olan bir partinin milletvekili olsam da, kamuoyunun bir özel sektör kuruluşunda görev almamı yanlış değerlendirebileceğini düşündüm.(sf. 229)
Ecevit'in daveti
Ecevit 12 Eylül 1980'den sonra çok sıkıntı çekti. Sabırla Anadolu'yu adım adım dolaştı. 1986 yılında İzmir'de, Karşıyaka'da, Bostanlı'da bir toplantıya gelmişti. Kendisini dinlemeye gittim. Bir iskemlenin üzerinde Bostanlı Camii'ne yakın bir kahvenin önünde 100 kişiye bir konuşma yaptı. Daha sonra bizlerle sohbet etti. Beni gördüğüne çok memnun olmuştu. Yüzbinlerce insana umut olmuş Karaoğlan yüz kişiye konuşuyordu. Ecevit bıkmadı usanmadı ve 1990 sonrası DSP ile küllerinden doğdu.
1999 sonrası yeniden Başbakan oldu. 1995 yılında Ecevit siyasete DSP'de devam etmemi istemişti. Hatta TBMM Genel Kurul salonunda yaptığımız konuşmada, "Sen 1977 seçimlerinde benim için ölümü göze almış bir insansın. Turgut Özal da vefat etti. Siyasete DSP'de devam et" dedi. Ecevit'e çok büyük sevgim ve saygım vardı. Teşekkür edip kendisine, "Ben sizin için yine ölümü göze alırım. Ama parti değiştirmek ölmekten daha zor" dedim. Ecevit, bu sohbetimizde bana Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan'ın lider kumaşına sahip olduklarını, o günkü Meclis'te ise bu kalitede bir lider olmadığını düşündüğünü söylemişti. Ben de kendisinin de dünya çapında ve birinci sınıf bir lider olduğunu belirtmiştim.(sf. 333)
Adnan Polat'a haksızlık yapıldı
Türkiye'de iş yapan insanların haksızlığa uğradığını ve acı çektiğini defalarca gördüm. Adnan Menderes'in hayatını öğrenirken tanık oldum. Turgut Özal'la birlikte ben de bizzat yaşadım. Bunu da çile çekmenin bir parçası olarak kabul ediyorum. Ancak Galatasaray'da bizi ötekileştiren ve haksızlık yapan birkaç kişi ve grubun vefasızlığını hiçbir zaman yüreğimden ve kafamdan silemeyeceğim.(Ö) Böl-yönet mantığı ve her şeyin sahibi olduklarını düşünenlerin tepeden bakma anlayışı Galatasaray'ın birliğine zarar veriyor. Tarihe baktığımızda da bu işten hiç kimseye hayır gelmediğini görüyoruz. Bu süreçte Başkan Adnan Polat da çok haksızlığa uğradı. Bülent Tulun nedeniyle evi polis tarafından arandı, mahkemede yargılandı bu nedenle çok mağdur oldu ve üzüldü. İki defa da Disiplin Kurulu'na verilmeye çalışıldı. Yapılanlar tümüyle yanlıştı. Beraat etmesi de bunun açık göstergesiydi.(sf. 516-517)
Mevlevihaneler amaç dışı kullanılıyor
Işın Çelebi'nin de kurucuları arasında yer aldığı Uluslararası Mevlâna Vakfı, Mevleviliği gelecek kuşaklara taşımayı, Hazreti Mevlâna'nın öğretilerini insanlığa aktarmayı amaçlıyor. Çelebi, bu amaç doğrultusunda yaptıkları çalışmalar sırasında karşılaştığı bir tabloyu ise şöyle özetliyor: "İran, Macaristan, Ukrayna, Mısır ve Arap Yarımadasına kadar olan coğrafyada kurulan 140'a yakın Mevlevihane, Mevlevi kültürüne göre yaşayan, çile çıkartabilen dergâhlardı. Bunun 80 tanesi Türkiye'dedir. Bunların yüzde 80'i amaç dışı kullanılıyor. Örneğin Çorum ve Üsküdar Mevlevihaneleri bir derneğe tahsis edilmiş. Kasımpaşa ve Bursa Mevlevihaneleri ise yok olmuş durumdalar."(sf. 537)
KÜNYE
Yazar: Işın Çelebi
Türü: Anı
Sayfa: 588
Basım: Aralık 2012
Yayınevi: Alfa Yayınları
Bugün
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.