Öğrenciler bir çınarı dinledi
“Beyoğlu Anadolu İmam-Hatip’in Cevherleri”, etkinlikleri devam ediyor. “İçimizdeki Cevher” projesi kapsamında, İslam Tarihi profesörü Ahmet Lütfi Kazancı Hoca ile hasbıhal ettik. 1936 doğumlu olan hoca, tek parti döneminde yaşadıklarından, o dönemki fakirlikten, sonraki yıllarda imam-hatiplerin nasıl açıldığından ve bugünlere nasıl geldiğinden söz etti. Hocamızın ilerleyen yaşına rağmen zihni berrak, anlattıkları samimiydi. Sohbete katılan bütün öğrenciler hocayı dinlemekten büyük zevk aldıklarını belirttiler. Hoca, zaman zaman duygulandığı konuşmasında, bazı hatıralarını aktardı:
Tanrı uludur!
“Ben belki o ‘Tanrı Uludur!’ diye başlayan ezanı yüz defa okumuşumdur. Babam imamdı. Tam yirmi sekiz yıl bedelsiz imamlık yapmıştır babam. Geçimini çarıkçılıkla sağlardı. Minarede ezanı o bozuk şekliyle okuduktan sonra içeri gelirdik, cemaate bakardık, eğer şikâyet edebilecek biri varsa kameti de Türkçe yapardık. Eğer içeride öyle biri yoksa kapının önüne bir adam koyar, jandarma geliyor mu diye baktırırdık. Zaten o zamanlar her şeyde bir kıtlık vardı, parada, yemekte... Aynı şekilde sanki dinde de kıtlık vardı. Camiye yalnızca on-on beş ihtiyar gelirdi. Ezan tekrar aslına döndüğünde ben on dört yaşlarındaydım. Bir cuma namazıydı, Çorum Ulu Camii’ne namaz kılmak için gitmiştim. Cuma namazında iki binden fazla insan, duyduğu ezanın sevinciyle hüngür hüngür ağlıyordu. Ben, hayatımda ilk ve son defa bu kadar insanın ağladığını orada gördüm.” Hoca eğitim hayatından bahsederken ilkokula da ayrı bir parantez açtı. Hocanın ilkokul hayatı çok zor geçmiş. Hoca, zorlu geçen bu ilkokul hayatından sonra okumayı hiç istememiş, ancak imam-hatip lisesinde bu kararından vazgeçmiş:
Zorlu bir ilkokul ve ilk imam-hatip liseleri
“Çocukluğumun en kötü yılları, ilkokul yıllarımdı. Ben okulu hiç sevemedim. Utangaç bir çocuktum, derseler pek ilgim yoktu. Hocalarımız da, karşısında duran bizlere, sanki öğrenci değil de zulüm edilmesi gereken varlıklar olarak bakıyorlardı. Bunca yıl oldu, hala sebebini anlayamıyorum. Bir gün hoca beni tahtaya kaldırmıştı. Benden tahtaya ‘h’ veya ‘g’ harfini yazmamı söyledi. Ben de unutmuşum, yanlış yazdım. Hoca bana öyle bir tokat attı ki kendime zor geldim. Hocalar, bizi köylü olduğumuz için küçümsüyorlardı. Öğretmen elindeki tahta cetveli arka sıralardaki öğrencilerden birine kızarak fırlatıyor, attığı cetvel başka birinin kafasına mı gelmiş, gözüne mi girmiş önemsemiyordu. Tek amacı birilerinin canını yakmaktı sanki. Maalesef ilkokul hayatım boyunca bu hocalar hiç değişmedi. Ben de hiçbir zaman ilkokulu sevmedim. Ha, ‘Hiç mi güzel ilkokul anınız yok?’ diye sorarsanız şunu söyleyebilirim: Okulda kabakulak salgını vardı ve okulumuz beş hafta süreyle tatil edilmişti. İşte ilkokuldaki en güzel anım budur!”
Hoca, ilkokulu güç bela bitirdikten sonra hafızlık yapmış. Ardından imam-hatip liselerinin açıldığını öğrenmiş. Fakat orada da bazı sıkıntılar olmuş: “İmam-hatip liseleri açılmıştı, hafızlıktan sonra oraya kaydolacaktım. Ancak imam-hatipte de fizik, kimya, matematik gibi derslerin olduğunu öğrenince vazgeçtim. ‘Ben gitmeyeceğim!’ dedim. Ancak yakınlarım beni orada kalıp çalışmaya ikna ettiler. Allah onlardan razı olsun. İlk başlarda, kendimin çok donuk olduğunu, aklımın hiçbir şeyi almayacağını sanıyordum, ancak imtihanlara düzenli olarak çalışmaya başladım. Hem babama kunduracılıkta yardım ediyor, hem derslerime devam ediyordum. İlk yazılıdan sonra hoca notları açıklayınca duyduklarıma inanamadım, sınıfta en yüksek dereceyi ben almıştım! Bu hadise benim sonraki yıllarımda en büyük etkiyi gösteren hadise oldu.”
O yılları, bugünlere nasıl geldiğimizi ve bugünümüze şükretmemiz gerektiğini bir kez daha bizlere hatırlatan hocamıza teşekkür ediyoruz. Allah ondan razı olsun…
Fatih Alibaz Dursun
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.