Said-i Nursi'nin görüşleri dönem dönem değişiyormuş

Said-i Nursi'nin görüşleri dönem dönem değişiyormuş
Bulaç, ‘Said Nursi’nin fikir ve hükümlerinin ebedi ve evrensel değil, tarihsel ve dönemsel olduğunu’ ileri sürdü

Ali Bulaç, Bediüzzaman Hazretleri’nin gündeme göre siyasete ilgi duyduğunu iddia etti. Zaman'daki yazısında Bulaç, "Said Nursi'nin fikir ve hükümlerinin ebedi ve evrensel değil, tarihsel ve dönemsel olduğunu" ileri sürdü. Bulaç, "Aksi olamazdı, çünkü her müceddit Kur'an'ın ebedi hakikatlerini ve ilahi hükümleri kendi döneminde yeniden ve bir kere daha ifade eder. Tecdid bir keşf-i kadimdir" dedi.

Bulaç'ın yazısı şöyle:

Şeytan ve siyaset

Abduh ve Bediüzzaman'ın "Şeytan'dan ve siyasetten Allah'a sığınırım" demiş olmalarının "din-siyaset" bağlamı içindeki yeri nedir? Abduh'a ve Üstad'a bu ağır sözü söyleten sebebi (illet) anlamak için yine Üstad'ın tabir caizse hermönetiğine başvurmak lazım. Üstad sözün belâgatini sağlayan temel unsurları şöyle sıralar: (a) "Mütekellim" (söyleyen, yazan, kim, özne?), (b) Muhatap (dinleyen, okuyan, kime söylenmiş?), (c) "Maksad" (gaye, amaç, ne için söylemiş?), (d) "Makam" (konu, ne makamda söylemiş?) (Mesnevi-i Nuriye, 10. Risale, 6. Katre.) Mısır'ın sömürge döneminde bazı zayıf kişilik sahiplerinin siyaset yoluyla İslam'ın bilinen ahlak ilkelerini kendi şahsi ikballeri uğruna kullanmaları Abduh'a bu sözü söyletmiştir. Toplumun asıl zihinsel ve ahlaki olarak dönüşümü gerçekleşmedikçe iyileşme olmayacağını düşünen ve siyasette kötü örneklere muttali olunca Said Nursi de siyasetten Allah'a sığındı.

Demek oluyor ki her iki şahsiyete bu sözü söyleten önemli bir illet (negatif sebep) olduğu anlaşılıyor. "Hükümler illetlere mebnidir" kaidesince, söz konusu hüküm illeti sürdüğü müddetçe kendisi de baki kalır. Ancak mesele, siyasetin kendisi (liaynihi/bizatihi) değil, istismarıdır (ligayrihi). "Eşya dünyasında aslolan ibahe"dir, "mübah" olan şeye "habis" bulaştığı zaman liaynihi değil, fakat ligayrihi münker veya habis olur. Nesne ile sıfat ayrıdır. İnsan soyut bir varlıktır, iyi bir sıfatı aldığı zaman övülür; kötü bir sıfatı edindiğinde yerilir. İnsanı iyi veya kötü yapan sıfatlardır. Adil insanı iyi yapan adalettir, zalim insanı kötü yapan zulümdür.

Liaynihi siyaset farzı ayındır, bir grup insan yapıyorsa yeterlidir (farz-ı kifaye). Yönetim olmadıkça güvenlik sağlanmaz, toplumsal ilişkiler sürmez, siyaset istismar edildiği zaman haram olur. Hatta Maverdi, Gazali ve İbn Teymiye sırf bu yüzden, bu işler aksamasın mülahazasıyla zorba (cair) yöneticiye cevaz vermişlerdir. Eşyada kötülüğe, "iyi olan"ın suistimali (yanlış kullanımı) yol açar. Allah iyiliği yaratmıştır, yarattığı şeyin iyi ve faydalı olarak nasıl kullanılacağı yolunu göstermiştir, insanlar iyi olanı yanlış kullandıklarında kötülük yapmış olurlar. Bu yüzden "iyilikler (hasenat) Allah'tan, kötülükler (seyyiat) bizden"dir.

Böyle olunca "siyaset yoluyla dünyevi vasıtaların uhrevi gayelerin yerine geçmesi, araçların amaç haline getirilmesi" veya dinin siyasette istismar edilmesi bir kusur ise bu siyasetin kendisinden (zati tabiatından) değil, yanlış kullanımından (ligayrihi olarak sui-isti'malinden) kaynaklanır. Hakikati itibarıyla aracın kendisi gereklidir, amacın yerine geçtiğinde kötülüğe sebebiyet vermektedir. Aracı amacın önüne geçirenler tabii ki hata yapar, ama hata aracın tümden neshedilmesini gerektirmez. Bir hedefe yöneldiğimizde her halükarda bir araca ihtiyacımız olacaktır, hata şu ki asli hedefi unutup aracı fetişleştirmektir.

Tarihte hangi mezhep aynı zamanda siyasi değildir? Uğradığımız ağır hasarlara rağmen bugün de sosyo-politik talepleri "dinin dili"ni kullanarak ifade edenler çıkıyorsa, bu henüz gelenekten tümüyle kopmadığımızın sıhhat ifade eden işaretlerindendir. Dünün mezhepleri ve fırkaları bugünün akımlarıdır. Hem biz "siyasi değiliz, İslam'a hizmeti siyasette bulmuyoruz" diyen gruplardan hangisi yeri geldiğinde "siyasetin dışında kalabilmiş"tir?

Modern devlette siyaset bir tercih değil, zorunluluktur. Üstad da DP'nin ortaya çıkışıyla siyasete ilgi duymaya başlamış (1944), "Dindar demokratlar, hususen Adnan Menderes gibi zatların hatırları için 35 seneden beri terkettiğim siyasete bir iki gün baktım." (Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Y., s. 749) demiştir. Kendi usulü içinden doğru yapmıştır, çünkü o tarihte illetin değiştiğine hükmetmiştir. Üstad'ın siyasetin kendisini kötü görmediğinin işareti, "İttihad-ı İslam Partisi yüzde 60-70'i tam mütedeyyin olmak şartıyla şimdiki siyaset başına geçebilir" (Emirdağ Lahikası, s. 746) demiş olmasıdır. Demek ki bu orana ulaşıldığında mani zail olmuş olur: "Mani zail oldukta memnit avdet eder." Bir şeyin sıhhat ve cevazına engel teşkil eden şey ortadan kalkınca engellenen şey avdet eder. Bu bize Üstad'ın fikir ve hükümlerinin ebedi ve evrensel değil, tarihsel-dönemsel olduğunu gösterir. Aksi olamazdı, çünkü her müceddit Kur'an'ın ebedi hakikatlerini ve ilahi hükümleri kendi döneminde yeniden ve bir kere daha ifade eder. Tecdid bir keşf-i kadimdir. (Risale Haber)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.