Dört Mevsim!
Gençlik yıllarımızda hayatımızda bazı yalpalamalar, gel-gitler olsa da fırtına gelmeden doğrulttuk geminin yelkenini, orta yaş olmadan. Orta yaş çalışma ve kariyerle geçti derken hayat yaprakları tek tük sararmaya başladı, sonbaharın habercisi birkaç kuru yaprak. Kuruyan yaprakların mevsimden kaynaklanabileceğini hesap etmedik ilk başta, sonra bir kuru soğuk geldi balkanlardan iliğimize işledi. Lakin biz baharın geleceğini bildiğimizden soğuğa aldırış etmedik ve son bahar da geldi hakikaten. Çor çocuk büyüdü, torun torba sahibi olduk ve birkaç yıl onların mutluluğuna eşlik ettik.
Yazın sıcağından bunaldık diye şikâyet etmeye başlamıştık ki birden hava bozdu. Kar hafiften çiselemeye başladı. Yalnızlaşmaya başladık. Sobanın kuzinesinde pişirilen yer fıstığını yiyecek bir çocuk, etrafı kirletecek bir afacan kalmamış, bir eşyayı al koy bir yere üç ay sonra gel aynı yerinden al olduk. Galiba şikâyet ettiğimiz o kalabalık günleri arayacak mıyız ne!
Çocukluk günlerimizi hatırlayıp biraz ezber bozsak iyi olacak. Bu nedir yahu, sıkıldım ben. Böyle miydik biz! Çok geçmeden mevsim yine değişir karakışın tam ortası, zemheridir. Hamsin gelsin diye kırk gün sayacağız başka çıkar yolumuz yok. Soba yanıyor ama eskisi gibi gürül gürül yanmıyor, odunlar mı ıslak ne! Yoksa pres kömür mü koymuş çocuklar! Sobanın o kıpkırmızı olup, gür gür gür diye ses çıkarmayışının zoru ne! Hâlbuki çocukken soba kıpkırmızı olunca babamızın pazardan aldığı mandalinaların, kan portakalların kabuklarını soyar, onları sobanın üzerine sıkar ve suyundan ateş çıkmasına heyecanlanırdık. Şimdi meşe odunu bile nazlı yanıyor. Tutuşturmak için bakkaldan aldığımız çırayı nereye koymuştuk! Yaşlanıyor muyuz ne!
Ve acı zemheri çıktı, hamsin geldi derken biz gittik.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.