"Kemiyete" Değil, "Keyfiyete" Önem Vermek!
Vahiyden, sünnetten beslenen müslümanlar kolay kolay şaşmazlar, ancak bu 2 kaynakla irtibatını zayıflatan/koparan müslümanların artık iki yakası bir araya gelmez. Sahabe nesli Kur-an ve sünnet çizgisinde bir hayat yaşadıkları için, her şeylerini bu 2 ölçüye göre ayarladılar. Sorunlarının çözümünü hep burada aradılar, buldukları çözümleri de tereddütsüzce uyguladılar. Bu minvalde hayat yaşadıkları sürece de hep huzur buldular.
Bugün bizler ise böyle miyiz acaba? Sorunlarımızı Kuran ve sünnete götürüyor muyuz? Yoksa indi görüşlerle mi çözümler arıyoruz? Kemiyet/keyfiyet konusunda neler düşünüyoruz? Buna dair yaklaşımımız nasıldır? Bu mesajımızda da yine bir nevi muhasebede bulunacağız. Bunu yaparken de kendimizi kıyaslayacağımız nesil, usve-i hasene (en güzel örnek) olan sahabe nesli olacaktır.
Sahabe hayatından bir kaç kesite değinerek, bu kesitler karşısında kemiyet/keyfiyet ahvalimizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Burada kimseyi itham yok, suçlama yok. Söylenenlerin tamamı önce kendi nefsimizedir.
Kemiyet: Bir şeyin miktarı, sayısı, az veya çok oluşu.
Keyfiyet: bir şeyin esası, iç yüzü… Bir şeyin iyi veya kötü olması ciheti, kalitesi.
Efendimizin öz elleriyle terbiye ettiği nesil, kemiyete (sayı çokluğuna) değil, keyfiyete (kaliteye) önem ve değer verirdi. Kuvvetin çoklukta olmadığına inanırlardı. Düşmanlarına üstün gelmelerinin sebebini kuvvet çokluğunda aramazlardı. Kendilerinin ihlâslarına, samimiyetlerine kıymet ve değer verirlerdi. Savaşlarda düşmanları asker çokluğu ile değil, iman kuvveti ve şehitlik aşkı ile yenerlerdi.
Sahabe, bir savaş meydanında idi. Düşman askerleri oldukça fazla ve silahları çoktu. Müslümanlardan biri: “Rum askerleri ne kadar çok, İslam askerleri de ne kadar azdır, deyince, İslam askerlerinin kumandanı ona şöyle demişti: Bilakis İslam askerleri ne kadar çok, rum askerleri ne kadar azdır. Çünkü askerler, sayısının çokluğu ile çok olmazlar. Düşmana üstün geldikleri vakit az da olsalar çok sayılırlar. Yenildikleri zaman da çok da olsalar az sayılırlar. Vallahi ben isterdim ki, Eşkar isimli atım hasta olmasaydı da, rumlar bugünkü sayılarının iki katı olsaydı…” İşte bizim için örnek olan neslin keyfiyete verdikleri önem… Ve işte zamanımızda her şeyin madde ile halledilebileceğine inanan müslümanlar!
Sahabe, başka bir zamanda başka bir düşman gücü ile karşılaşmışlardı. İslam kumandanı, askerlerin çokluğuna bakarak Halife’ye mektup yazarak takviye birlik istemişti. Halife’nin, kumandanın takviye isteğine verdiği cevap şöyle idi: “Mektubunu aldım. Rumların size karşı çok asker hazırladıklarını belirtiyorsun. Şunu bil ki, Yüce Allah bize, Peygamberinin bayrağı altında silahların ve askerlerin çokluğu ile yardım etmezdi. Biz Rasullulah’ın mahiyetinde düşmanlarla savaşırken bizim sadece iki atımız vardı, develere de sıra ile biniyorduk…”
Sahabe, imamlarını ahirete uğurlamışlar ve düşman bunu fırsat bilerek ayaklanmıştı. Yahudiler ve Hıristiyanlar dinlerini hortlatmak için başkaldırmışlardı. Münafıklık, ikiyüzlülük ortalığı kasıp kavuruyordu. Dinden dönen mürtetlerin haddi hesabı belli değildi. Ortada Bedir askerleri niteliğinde bir avuç Müslüman kalmıştı. İslam halifesi derhal bir ordu hazırladı ve düşmanın üzerine yürüme emrini verdi. Ve ilave etti:
“Ey kumandan yolundan geri kalma. Bizi düşünme, Allah bizi koruyacaktır. Bütün Araplar bana karşı ayaklanıp saldırıya geçseler, vallahi bu askerleri yolundan alıkoyamaz…”
İşte onlar böyleydi. Tam inanmışlardı. Allah’a itimatları tamdı. Dünyalığa değer vermemelerinin ve dünya sevgisini kalplerine koymamalarının sebebi bu idi. Yani imanları tamdı.
Seküler dünyanın müslümanları olan bizler ise, meseleyi keyfiyette değil, kemiyette değerlendirdiğimiz için hesaplar hep yanlış çıkmakta, silahlar hep geriye tepmektedir. Onların yolunda olduğumuza yüzlerce şahit lazım sanki! Şekil ve surete önem verip, mana ve öze inemeyen insanlık elbette ki, örnek nesil olan sahabeyi temsil etme hususiyetini peşinen yitirmiş olacaktır.
Günümüz Müslümanları olarak kaza ve kadere nazariyede inanıp, pratikte çelişkiye düşmekteyiz. Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine gerçekten iman eden bir kimse, hayrı Allah’tan, şerri başkalarından bilemez. Her ikisi de Allah’tandır. Yüce Allah’ın bir kulu için murat ettiği hayrı, tüm dünya insanları bir araya gelseler geri çeviremezler. Yine Yüce Allah’ın bir kulu için takdir ettiği imtihan cinsinden bir belayı kaldırmak için bütün dünya, bir araya gelse geri çeviremez. Bu Kur’an gerçeğine uymayanlar, hangi rüzgâra kapılmışlardır?
Dünyevileşme virüsü bulaşmış olan bizler, belasız ve kazasız bir Müslümanlığa talip olmaya alıştırılmışız. Kendilerinde göremedikleri meziyetleri başkalarında görme hasletine tahammül edemeyenler gönül ve kafalara vesvese vermektedirler. Ve bunlar bilmiyorlar ki, kendilerinin kaçındığı ve meydanları terk ettiği bu kimselerin bir gün kendi malına, çocuğuna ve nesline darbe indireceklerdir. Bugün ruh ve iman katilleri, yarın bedenleri biçen ve ortadan kaldıran cellâtlar olacaklardır.
Günümüz müslümanları, enaniyeti, kibiri ve gururu bir tarafa bırakıp Allah için paçaları sıvamak mecburiyetindedirler. Bu mecburiyetlerin hissini Efendimizin terbiyesinden geçmiş olan nesli takip ederek tadacaklardır. Tekrar tekrar söylüyoruz ki; bu gün Müslümanların içinde bulundukları cehalet, sefalet, maddi ve manevi işgalden kurtuluşlarının tek yolu; Kur’an ve sünnet merkezli bir hayatı inşa ederek örnek nesli takip etmektir. Pısırıklıktan, uyuşukluktan yakalarımızı kurtarıp, imanın gereği olan bir hayata evet demeliyiz.
Unutmayalım ki; Allah insanların sayı ve adet çokluğuna değil, iman ve ibadet noktasından keyfiyetine bakıyor. Nitelikli bir avuç Müslüman, niteliksiz bir yığın Müslüman’dan daha önemli ve daha kıymetlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.