Örnek bir kadın
Nereden biliyorsun, diye sordum. Şunları söyledi:
Gençliğimde bir gün Temimoğulları kâbilesine gitmiştim. Bir kapının önünde, yaşlı bir kadınla genç bir kızın oturduklarını gördüm. Kız çok güzeldi. Onu yakından görmek için su içme bahanesiyle yanlarına yaklaştım ve su istedim. Kadın kıza su getirmesini söyledi. Suyu içtikten sonra kadına:
Bu kızın adı nedir, kimin nesidir, dedim.
Adı Zeynep’tir. Hudayr’ın kızıdır, dedi.
Evli midir, dedim .
Hayır, değildir, dedi.
Allah’ın emriyle bana verir misiniz, dedim.
Dengi isen veririz, dedi.
Oradan ayrıldıktan sonra evime geldim. Kızla evlenmeyi aklıma koymuştum. Yakınlarımdan birkaç kişi ile kızın amcasına giderek maksadımızı anlattık.
Münasiptir, dediler ve orada söz kesildi.
Nikâh kıyıldıktan sonra, Temimoğulları kâbilesi kadınlarının katı yürekli olduğunu düşünerek, kalben pişmanlık duymaya başlamıştım. Kendi kendime: “Artık olan oldu. Hele bir evlenelim de geçinmekte güçlük çekersek ayrılırız.” dedim ve pişmanlığımı kimseye sezdirmedim. Zifaf odasına girdiğimde kız bana: Efendi, şimdi damadın Allah rızâsı için iki rekat namaz kılarak Cenab-ı Hak’tan hanımının hayırlı olması; huysuz, geveze birisi olmaması için Allah’a dua etmesi sünnettir. dedi. Ben de:
Evet öyledir, deyip namaza durdum. Selâm verdikten sonra baktım ki, o da namaz kılıyor. Namazını bitirdikten sonra bana şunları söyledi:
Efendi! Ben, yabancı bir kızım; sizin huyunuzu, ahlakınızı bilmem. Sevdiğiniz, memnun olduğunuz şeyleri bana bildiriniz ki, isteğinize uygun bir şekilde hizmet edebileyim. Hoşlanmadığınız şeyleri de söyleyiniz ki, onlardan sakınayım; beğenmeyeceğiniz bir hâle sebebiyet vermeyeyim. Sana kendi sülalen içinde bir kız, bana da kendi sülâlem içinde bir koca bulunurdu. Ama, kader programında yazılı olanlar başa geldiği için, birbirimizin huyunu, ahlakını bilmediğimiz hâlde benim kocam oldun. Artık Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi, bana yâ iyi davranın, ya da beni ailemin yanına gönderin. Yüce Rabb’imden seni ve beni bağışlamasını, İslâmî bir aile hayatı kurmaya muvaffak kılmasını niyaz ederim.
Ben de ona cevaben dedim ki: Hanım, öyle güzel sözler söyledin ki, eğer bu sözleri yerine getirirsen beni mutlu edersin; yok eğer sözünde durmazsan sana ne yapmak gerektiğini zâten kendin söyledin! Daha sonra bana dedi ki: Akrabamın gelip gitmesini ister misiniz? Ben de: Usandırmalarını istemem, pek sık gelmesinler, dedim. Komşulardan kimlerin gelmesini, kimlerin gelmemesini istiyorsunuz? Onları da bildiriniz ki, istediklerinize hürmet edeyim; istemediklerinize de yüz vermeyeyim, dedi. Falanca kişiler dürüst ve namuslu kimselerdir; gelip gitsinler. Ama filanca kişiler uygunsuz takımındandır. Gelmesinler, gereği yoktur, dedim.
İşte ey Şa’bi! Kız, kendisine verdiğim bu talimatlar üzerinde hareket etti. Benim de kendisine olan sevgim günden güne arttı. Bu vaziyette bir sene geçti. Bir gün eve geldiğimde baktım ki, ihtiyar bir kadın içeride “Şöyle yap böyle yapma.” diye hanıma bir şeyler söylüyor. Bu da kim, dedim. Kayınvalideniz, dedi. Bunun üzerine hâlini hatırını sordum. Bana: Oğlum! Hanımından memnun musun, diye sordu. Ben de memnunum, çok iyi bir hayat arkadaşıdır. Pek güzel terbiye etmişsiniz. Çocuk yetiştirmede göstermiş olduğunuz bu gayretinizin mükafâtını Cenab-ı Hak sizden esirgemesin, dedim. Bunun üzerine kayınvalidem bana şunları söyledi:
Oğlum! Saliha olmayan kadınların huysuzlukları en çok iki durumda meydana çıkar. Biri erkek çocuğu doğurduğunda diğeri de kocalarından yüz bulduklarında. Eğer karının bir hatasını görürsen hemen o hatayı düzeltmeye çalış. Yemin ederim ki, bir evde en hoş olmayan şey, kocalarından yüz bulan hanımların nazlanıp durmalarıdır.
Kayınvalidem sonra şöyle dedi: Şimdi söyle yavrum! Hanımının akrabaları ziyaretinize ne zaman ve kaç günde bir gelsinler? Ben de istedikleri zaman buyursunlar gelsinler, dedim. Kayınvalidem her yıl bir kere evime gelir ve bana bu şekilde nasihat ederdi. Sözün kısası ey Şa’bi, o kızla tam yirmi sene gül gibi geçindim. O kadar zaman içinde bir kusurunu bulamadım. Kindeli bir komşum vardı. Karısı huysuz, ahlaksız birisi olduğu için, evlerinde gürültü patırtı dayak eksik olmazdı. Onların bu hâli hanımım Zeynep için bir şiir yazmama yol açtı. O şiirde dedim ki:
Hanımlar içinde Zeynep’im bir tek
Kırılsın ellerim vurursam kötek
Adaletsizdir suçsuzu dövmek
Zeynep’ime haktır, methedip övmek
Kadınlar içinde o bir güneştir.
Diğer kadınlar ise yıldıza eşittir.
Güneşin yanında yıldızlar kaybolur.
Erkek, mutluluğu yuvada bulur.
Zeynep itâatli, Zeynep sâdıktır.
Ona dayak değil, methiye lâyıktır..[1]
Yine başka bir hanım örneği:
Hazreti Ömer, hâlifeliği zamanında sütçülerin süte su katmasını yasaklamış ve bu emrini her tarafa duyurmuştu. Şehrin asayişini kontrol etmek için bir gece Medine'de dolaşırken yoruldu ve biraz dinlenmek üzere bir evin duvarına yaslandı. Evin içinde anne ile kızı arasında geçen şu konuşmayı duydu:
Anne: Haydi kızım! Kalk da sütlere biraz su katıver.
Kız: Hâlife’nin sütlere su katılmasını yasakladığını bilmiyor musun?
Anne: Evet, biliyorum.
Kız: Öyle ise Hâlife’nin yasakladığı işi nasıl yapabilirim?
Anne: Kalk da su koy, şu sütlere! Ömer seni nereden görecek?
Kız: Ömer görmez; ama Allah görür. Vallahi ben, onun göreceği yerde yapmadığım bir işi görmediği yerde de yapmam.
Hazreti Ömer, bu konuşmaları dinledikten sonra evine döndü. İyi bir din terbiyesi görmüş bu yüksek ahlâklı fakir kızı oğlu Âsım ile evlendirdi. [2] İşte Allah inancının insanın davranışlarındaki olumlu etkisi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.