
Ömer Lütfi Ersöz
İslam ve Savaş
Kitabını okuduktan sonra bir makale yazmaya karar verdim. Gerçekten okunması gereken çok özel ve güzel hazırlanmış bir eser. Kitapseverlere hassaten okumalarını tavsiye ederim. Hasan Doğan kardeşim, kitabının önsözünde özetle şöyle demektedir:
“İnsanın fıtratında mevcut bulunan temel eğilimlerden biri olarak şiddet, kan dökmek ve savaş, Allah’ın varlıkları yaratması ve kavimlerin yeryüzünde ortaya çıkmasından bu yana devam eden bir olgudur. İnsandan söz edilen her yerde ve zamanda savaş kavramı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Kabil'in Habil'i öldürmek için elini uzatmasından itibaren önce bireyler arası, sonra topluluklar arası çatışmalar şeklinde savaşların yaygınlaştığı söylenebilir. Bronzun bir savaş aleti olarak kullanılması, atın evcilleştirilip bir muharebe aracına dönüştürülmesi, ilk savaş arabalarının Mısır ve Mezopotamya'da görülmeye başlanması, fillere savaşta rol verilmesi ve devasa orduların meydanlara çıkması, İskender’in, sonraki dönemlerde Roma’nın efsanevi piyadeleri, ardından Cermenlerin Avrupa’da üstünlük sağlaması örneğinde görüldüğü üzere süvarilerin büyük piyade ordularını alt etmeye başlaması gibi gelişmeler ve sonraki yüzyıllarda elde edilen teknolojik yenilikler, bilhassa kitle imha silahları, savaş tarihinin dönüm noktalarıdır. Hangi enstrümanlarla yapılırsa yapılsın insan kadar eski olan savaşın var olmadığı bir zaman, neredeyse hiç yaşanmamıştır. Nihayetinde hemen her neslin savaşla tanıştığını ve bizlerin de dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşanan savaşlara şahit olduğumuzu, olmaya devam ettiğimizi söyleyebiliriz.”
Savaşın Mahiyeti, Savaş Kavramı ve Çeşitleri, ve Savaşın Anlamı:
Savaş kelimesi, genel olarak barış durumunun olmadığı hali, şiddet içeren çatışmayı, mücadele, dövüş, kavga ve iki taraf, teşkilat, ülke ya da ülkeler topluluğu arasında meydana gelen silahlı çatışmayı ifade etmektedir. Bir toplum veya devletin diğerine iradesini kabul ettirmek için diplomatik ilişkileri kesip imkanlarını ve kuvvetini kullanarak gerçekleştirdiği saldırı ile ortaya çıkan karşılıklı silahlı vuruşmadır. Savaş, iki ayrı devletin veya devletler topluluğunun silahlı çarpışmasıdır; burada amaç, ya bir takım hakların korunması ya da elde edilecek çıkar, faydalardır. Savaş kelimesi, muharebe, harp, mukâtele, gazâ, cenk, kitâl, cidal ve zaman zaman da cihat ile aynı anlamlarda kullanılmıştır. Cihat, diğerlerinden farklı olarak taşıdığı kutsi anlam ile ayrılmaktadır.
Savaş her halükârda bir kuvvet kullanma hâlidir. Temelde bir şeyi elde etmek, bir iradeyi benimsetmek, bir davayı sunmak, bir kötülüğü, bir gücü yenmek, bir güce karşı durmak için büyük bir dirençle sürdürülen eylemlerin tümüdür. Bilhassa devletlerarası silahlı çatışmayı anlatmaktadır; bu bakımdan esas faili işin özünde devlettir. Düşmanca bir tavır ve diplomatik ilişkilerin tükenmesi etrafında şekillenir. Hukukî bir durum ve sonuçlar meydana getirir. Toplumbilimi açısından ele alındığında silahlı çatışmayla (mücadeleyi) yönetme sanatı da aslında savaşın bir diğer görünümüdür. Gruplar, ülkeler arasında kanlı bir çatışmaya dönüşmeyen her tür mücadelenin (ekonomik savaş, propaganda savaşı gibi) de savaş olarak nitelenebileceği ileri sürülmüştür.
Savaşın, tarafların; bu devlet olabilir, egemenliğinin en yüksek görüntüsü altında, savunma veya saldırı yoluyla iradesini düşman tarafa (devlet, devletler veya bir başka teşkilat) kabul ettirmeye, yerine getirmeye zorlayan bir şiddet hareketi olduğunu ifade edebiliriz. Polemoloji: Savaşın toplumsal ve psikolojik bir olay olarak tüm alanlardaki (siyasal, ekonomik, demografik, ahlâkî vs.) neden ve sonuçlarıyla birlikte incelenmesi demektir.
Savaşın Meşruiyeti ve Meşru Savaş Doktrini:
İslam tarihine ve hukukuna dair savaşa ve barışa ilişkin ana eksen, Kur'an-ı Kerim ayetleri ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in söz ve tutumları üzerine şekillenmiştir. Bunun etrafında kaleme alınan fıkıh eserlerinde savaş, barışa ve antlaşmalara dair önemli yerler ayrılmıştır. Klasik İslam hukukunda savaşı meşru kılan sebepler ve savaşın detayları konusunda daha sistematik bir yaklaşım bulunmamakla birlikte, savaş-barış ilişkisi, uluslararası hukukun temel taşlarını oluşturmaktadır.
Cihat, derinliğinde barındırdığı anlam zenginliğiyle birlikte, genel kullanımı itibarıyla Allah ve din uğrunda savaşmak biçiminde tarif edilebilir. İslam’da hak yolunda savaş, hakkın bâtıla üstünlüğünü sağlamak için yapılan mukaddes mücadeledir. Ser'î örfte cihat, can, mal, dil gibi varlıklarla Allah yolunda savaşarak güç ve takat sarf etmek demektir.
Savaşta Gözetilen Hukuki ve Ahlâkî İlkeler:
İslam hukukunun savaşta gözetmeyi hedeflediği ilkeler, savaş öncesi, esnası ve sonrası evrelerde düzenlenmiştir. İslam, savaş sırasında keyfiliğe ve zulme müsamaha göstermemek adına önemli kurallar ortaya koymuştur. Savaş sırasında kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar ve sivil halkın öldürülmesi yasaktır. Ayrıca, ibadethanelerin korunması, çevrenin tahrip edilmemesi, ganimetlere ihanet edilmemesi gibi pek çok hukuki ve ahlâkî ilke savaşta titizlikle uygulanmalıdır.
Sonuç:
İslam medeniyetini inşa eden Müslümanlar, her dönemde adaletin yerine gelmesi için gereğini yapmış, savaşta bile ölçülü olarak değerlerine uygun davranmışlardır. Batı medeniyetinin ise insan hakları alanındaki başarısızlıkları, Gazze’deki zulmü gösteren örneklerle daha açık hale gelmiştir. İslam, savaşın gerekmediği her durumda barışı ön planda tutmuştur, ancak zulme karşı durmak gerektiğinde savaşın meşruiyetini vurgulamıştır. Bu bakış açısı, İslam’ın insanlık için sunduğu barışçıl ve adaletli çözümün bir yansımasıdır.
Riyakâr batı medeniyetinin çelişkili tavırları ve zulümleri, bir gün sona erecektir. Zalimler, yaptıkları zulmün bedelini ödeyeceklerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.